Sanatçı Ahmet Özhan, Ömer Tuğrul İnançer için, “Ağırbaşlı, düşünceli, ölçülü, dengeli yani yaratılıştan öyle doğmuştu o. Bütün hayatımın umurlarını, evlenmemi, ayrılmamı, her şeyimi ona söylerdim. Ondan sonra o ne lazımsa yapardı.” dedi.
– Türk düşünce hayatının önemli isimlerinden yazar, hukukçu, mutasavvıf ve Karagümrük’teki Pir Nurettin Cerrahi Tekkesi’nin son postnişini Ömer Tuğrul İnançer’le arkadaşlığını, onun öğretilerini ve geride bıraktığı izleri AA muhabirine anlatan Ahmet Özhan, İnançer’le 1967’de tanıştıklarını dile getirdi.
Özhan, tanıştıklarında kendisinin 17, İnançer’in ise 21 yaşında olduğunu belirterek, “Müzik çalışmalarım için konservatuvarın yanı sıra Üsküdar Musiki Cemiyetine gitmem gerektiğini büyüklerim söylemişti. Beni cemiyete yolladılar, Emin Ongan hocamla görüşmek üzere. Gittim, Üsküdar Doğancılar Yokuşu’nda çaldım kapıyı, girdim. Öyle bir hayat başladı orada.” diye konuştu.
Cemiyetin kapısını açanın, yaşamı boyunca “ağabey” dediği İnançer olduğuna dikkati çeken sanatçı, “O hatırlıyordu (bu anıyı). ‘Daha yeni delikanlı olmaya başlayan, sapsarı bir oğlan geldi. O sendin. Kapıyı ben açtım’ dedi. Unutmamıştı. O zaten her şeyi hatırlıyordu. Biz hatırlamak ihtiyacı hissetmezdik, nasıl olsa o hatırlar diye. Öyle bir dominant, öyle bir kapsayıcı kişilikti. Orada başlayan tanışıklık, arkadaşlık, dostluk, abi kardeşlik, sonra hayat rehberliğine, ondan sonra hayatı aydınlatıcılığa, mürşidliğe kadar uzanan, yarım asrı aşan bir yolculuk, omuz omuza, yürek yüreğe…” ifadelerini kullandı.
“İlk defa kendimi hayatta yalnız hissediyorum”
Ömer Tuğrul İnançer’le hemen hemen her gün beraber olduğunu söyleyen sanatçı, şu bilgileri verdi:
“Abartmıyorum ama her gün, her işte, her zaman, her duyguda, her hizmette hep beraberdik. Hep o bizim bir adım önümüzdeydi. Yolumuzu aydınlatan, bize destek olan, hep çözüm üreten, olması gerekenleri bize söyleyen, hatırlatandı. Ben ilk defa kendimi hayatta yalnız hissediyorum. Bu yaşa geldim, ilk defa dayanaksız hissediyorum. Eskiden arkama rahat yaslanabiliyordum, o vardı. Şimdi yaslansam düşeceğim gibi geliyor yaslanamıyorum. Tedirgin bir şekilde duruyorum. Bu duyguyu hiç tatmamıştım. Belki de büyümeye başladım. Artık kendi işimi görmek zorundayım. Güveneceğim, sarılacağım, topu ona atacağım bir tane arkadaşım, rehberim, mürşidim, dostum vardı. O da ‘Bundan sonra kendi başına debelen, ben gidiyorum’ dedi. Bu vaziyetteyiz. Daha şaşkınlığı üzerimden atmış değilim.”
Ahmet Özhan, İnançer’in 55 yıl kendisine sabrettiğini söyleyerek, “Ben deli dolu, abuk sabuk, uçarı kaçarı bir gençtim. O son zamanda nasıl hatırlıyorsanız, 20 yaşında da öyleydi. Ağırbaşlı, düşünceli, ölçülü, dengeli yani yaratılıştan öyle doğmuştu o. Bütün hayatımın umurlarını, evlenmemi, ayrılmamı, her şeyimi ona söylerdim. Ondan sonra o ne lazımsa yapardı.” diye konuştu.
“Cenabı Hakkı bilmek, sevmek ve sevdirmek üzere bir ömür doldurdu”
İnançer’in öğretilerinin Cenabı Hakk’ın varlık aleminin yaratılış hikmetlerinden ibaret olduğuna dikkati çeken Özhan, şunları kaydetti:
“Öğretileri ahlak, inanç, inancı yaşamak, Muhammedi bir çizgi üzerinde hayatı kurgulamak ve olabildiğince insanlarla paylaşmak. Çünkü kendi başına yapılabilecek bir şey değil bu. Ben onu bir şeyi öğrenirken görmedim. Hep biliyordu ve biz öğrenmek ihtiyacı hissettiğimiz zaman, o yapardı, biz de öğrenirdik. Bütün davası, yaşam biçimi buydu. Cenabı Hak, varlık alemini bilmek ve sevmek muradıyla yarattığından dolayı, o da Cenabı Hakkı bilmek, sevmek ve sevdirmek üzere bir ömür doldurdu. Onun haricinde hiçbir davası olmadı. Kendi adına bir refah, dünyalık, bir makam hiç böyle şeylerle uğraşmadı. Paranın, pulun peşinde olduğuna da hiç şahit olmadım. Onun nefsi bir takım şeylerle uğraştığını görmedim.”
Sanatçı Özhan, İnançer’in stres atmak için bazen tavla oynadığını işaret ederek, “Vücudundaki statik elektriği atmak için bazı arkadaşlarıyla ara sıra tavla oynar, kafasını boşaltırdı. Yani böyle bir topraklama yapardı. Onun haricinde ‘Yorulmak nedir? Ben bunu anlamıyorum.’ derdi. ‘Tarih okurken yoruldun, coğrafya oku dinlenirsin.’ derdi. Tatil yapmak, onun için bir başka ilde yine çalışmaktı.” dedi.
Dünyayı etkisi altına alan salgın sonucu kapanma sürecinde de İnançer’in çalışmaya devam ettiğini vurgulayan Özhan, şöyle konuştu:
“Tüm sosyal ortamlar ve burası yaklaşık 2 sene kapandı. Bu 2 sene ‘Ne yapalım, burası kapalı’ diyerek bekleyebilirdi ama o, bu iki seneyi fırsat bildi. Türbeyi şerif dahil olmak üzere vakfın (Türk Tasavvuf Musiki ve Folklorunu Yaşatma Araştırma Vakfı) diğer bütün ünitelerini, A’dan Z’ye, tabanından tavanına kadar yeniledi, tezyin etti, eksiklerini giderdi. Ondan sonra ‘Siz devam ettirin.’ der gibi çekti, gitti.”
Ahmet Özhan, Pir Nurettin Cerrahi Tekkesi’nin 300 yıldır kapanmadan, açık kaldığına da değinerek,”Fahrettin Efendi Hazretleri, burada yatıyordu. Onun eviydi burası aynı zamanda. O hayatını burada devam ettirdi ve devlet onu kendi tekkesine türbedar olarak tayin etti. Dolayısıyla kapı hep açık kaldı ve kendisine yakın olmak isteyen, kendisinden bir şeyler öğrenmek isteyenlere de her zaman kapısını açtı ve yardımcı oldu. Gelmek isteyenler onunla oturdu, konuştu, istifade etti ondan, zikir etti. Dolayısıyla devletin marifetiyle burası kapanmamış oldu.” dedi.
“Arkasında bıraktığı hizmetleri inşallah biz tamamlayacağız”Vakıfta birçok kültürel faaliyetin gerçekleştirildiğinin altını çizen Özhan, şunları söyledi:
“Allah’ı zikretmek ve onun ritüelleri, edebiyatı, musikisi olmadan olmaz. Bu vakfın varlık sebebi bu. Burada musiki meşkimiz, edebiyat çalışmalarımız, arşivimiz var. Kariyer, doktora, yüksek lisans yapan, kim olursa olsun, onları araştırma yaptıkları sahada tatmin edecek, Türkiye’nin en kabadayı kütüphanelerinden birine sahibiz ve yakında inşallah Efendiciğimin (Tuğrul Bey’in) arzusu, onun arkasında bıraktığı hizmetleri inşallah biz tamamlayacağız. O temelini attı. Okumayı çok severdi, en büyük aşkı kitaptı. Hayatı boyunca kitap toplamıştı. Ama koleksiyoner değil, hepsini okurdu. Hayatı boyunca biriktirdiği bütün kitaplarını kütüphaneye getirdi. Zaten buranın bir kendi arşivi de vardı. Sonra buranın müdavimleri de buradan özenerek, evlerindeki ne kadar kitapları varsa buraya bağışladı. Şimdi bahçede, nem ayarı dahil olmak üzere bütün hassasiyetleriyle birlikte kısmet olursa çok ciddi bir ilmi kütüphane yapacağız. Bunu da kariyer yapan öğrencilere, burada gelip, çalışmak üzere vereceğiz. Gelsinler, sabahlara kadar otursun, çalışsın, fotoğraflarını çeksin. Bu prensip içerisinde, büyük kütüphanemizi de büyük musiki arşivimizi de kullanabilirler.”
Özhan, pazartesi günleri vakıf içerisinde meşklerin devam edeceğine işaret ederek, “(İnançer’den) Allah razı olsun. Yorulmak, durmak, istirahat nedir bilmeyen ama bunun da şikayetini yapmayan büyük bir potansiyel vardı, her an koşuşan. Bir bakıyorsun Rumeli’de, bir bakıyorsun Türk Cumhuriyetleri’nde, bir bakıyorsun Irak’ta, bir bakıyorsun Ahmet Yesevi Hazretleri’ne gitmiş. Oraları bir gezeyim diye değil, orada ne istifade ettiyse, buraya taşıyabilmekti. Durmak bilmeyen bir insandı. Gönlü durmak bilmiyordu ama vücudu ‘Benden bu kadar.’ dedi. Biz onun kadar yapamayız ama bıraktığı yerden hiç değilse durmasın, araba yürüsün devam etsin o sürati yapamasak bile arabayı yolda bırakmamaya çalışırız.” ifadelerini kullandı.
Pir Nurettin Cerrahi Tekkesi’nin Tuğrul İnançer’den sonra gelecek yeni postnişini konusuna da değinen Özhan, “Şu anda doğmamış çocuğa don biçilmez. Her şeyin bir süreci, zuhuratı vardır. Zaman içerisinde ne olacaksa hep beraber göreceğiz. Önemli olan müessesedir. Müessesenin devamlılığı ve faydalı olması, fayda temin edilmesi için hiçbir eksik bırakılmaz. Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.” şeklinde konuştu.