
2023-2024 sezonunun tamamlanmasına yalnızca üç maç kaldı. Şampiyonluk büyük ölçüde belli oldu. Galatasaray, bir sonraki maçta kendi evinde alacağı bir beraberlikle şampiyonluğunu ilan edecek. Ancak sahadaki rekabet kadar görünmeyen, hatta çok daha derin bir meseleye dikkat çekmek istiyorum: Türk futbolunun mali çöküşü.
Futbol, bizim için bir tutkudur, bir hafta sonu kaçamağıdır, kimi zaman da toplumsal birleştiricidir. Ama bu oyunun perde arkasında dönen mekanizma, yıllardır yanlış yönetilen ve giderek daha da bataklığa saplanan bir ekonomik düzene dönüşmüş durumda. Avrupa ligleri, bu alanda endüstrileşmeyi ve finansal sürdürülebilirliği yıllar önce sağladı. Biz ise hâlâ günü kurtarma derdindeyiz.
Örnek vermek gerekirse: Bu sezonun ilk 9 ayında dört büyük kulübümüz – Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor – toplamda 5,6 milyar TL zarar açıkladı. Yaklaşık 147 milyon Euro. Fenerbahçe’nin borcu 18,6 milyar TL’ye, Beşiktaş’ınki 15 milyar TL’ye, Galatasaray’ın ise 14,2 milyar TL’ye ulaştı. Bu borç yükü, herhangi bir sportif başarı olmadan taşınmaya çalışılıyor.
Oysa Avrupa’da kulüpler yalnızca sahada değil, marka değerleriyle de kazandırıyor. İngiltere, Almanya, Fransa ve İspanya liglerindeki kulüpler, başarıları sayesinde ciddi turizm geliri sağlıyor. Örneğin, Manchester United son yıllarda sportif olarak başarılı olamasa da, kulübün tarihsel mirasını kullanarak Asya ve Amerika’da hazırlık maçları düzenliyor. Bu sayede yeni taraftarlar kazanıyor, forma satıyor, yayın gelirlerini artırıyor. Bu gelirler sterlin ve euro cinsinden olduğu için kulüpler borçlarını daha rahat çevirebiliyor. Üstelik UEFA’nın uyguladığı finansal kurallar sayesinde Avrupa’da kulüpler artık mali disipline zorlanıyor.
Bizde ise yayın gelirleri her geçen yıl düşerken, kur farkı nedeniyle giderler katlanıyor. Gelir TL, gider döviz… Bu denklem zaten başlı başına zararı garantiliyor. Kulüplerin borçlarını ödeme ihtimali kalmadı. Küçülmek şu anda tek çözüm gibi görünse de, 2024-25 sezonu için konuşulan 65-70 milyon Euro’luk transfer bütçeleri bunun pek de mümkün olmayacağını gösteriyor.
İşte tam bu noktada farklı sektörlere yönelmenin, alternatif kalkınma yollarını düşünmenin ne kadar kıymetli olduğunu fark ediyoruz. Çin Halk Cumhuriyeti’nin son 20 yıldaki yükselişine baktığımızda, büyük teknolojik devrimlerden çok, düşük maliyetli ama yüksek etki yaratan inovasyonlara odaklandığını görüyoruz. Basit ama stratejik adımlarla teknoloji devine dönüşen Çin, bu atılımları sayesinde hem küresel rekabette ön sıralara yerleşti hem de milyonlarca kişiye istihdam sağladı.
Bu örnek, aslında bize şunu söylüyor: Türkiye’de futbola aktarılan milyarlarca lira, doğru stratejilerle yönlendirilseydi, belki bugün kendi teknolojisini üreten, küresel pazarlarda rekabet edebilen bir ülke olurduk. Ancak ne yazık ki, bu para; birkaç yönetici, menajer ve arka plandaki karanlık yapıların cebine akıyor. Bahis mafyasından sponsorluk simsarlarına kadar birçok alan futbolun içinde yer etmiş durumda.
Üstelik bu kadar harcamaya rağmen Avrupa’da başarı yok, turizm katkısı yok, sürdürülebilir bir yapı da yok. Geriye sadece taraftarın cebinden çıkan, halkın sırtına yüklenen borçlar kalıyor.
Şampiyon kim olursa olsun, bu yapıyla Türk futbolunun geleceği karanlık. Kupa belki müzeye gidiyor ama borçlar hepimize yazılıyor.
Belki de en önemli soru şu; Futbol, bu ülkenin kalkınma hayallerinden daha mı önemli gerçekten?