DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

MASKENİN ARDINDAKİ GERÇEK

Yayınlanma Tarihi : Google News
MASKENİN ARDINDAKİ GERÇEK
0

Kadın olmak nedir? Bana kalırsa doğanın ta kendisidir kadın olmak. Nitekim doğayı da “ana” olarak tanımlarız. Ancak kadın sadece doğurganlık değildir; çok daha fazlasıdır, hatta bana göre her şeydir. Bugünden sonra kadını daha çok tanıyacağız. Dünya çapında bir ilki temsil eden yeni ve özel projesi “Kadın Olmak”, YouTube’da yayın hayatına başladı. Ben de bu projenin yaratıcısı Emre Turan ile program üzerine konuştum. Maskelerin ardındaki gerçeklere, birlikte göz attık.

Emre Bey merhaba…

 

Merhaba İlker…

 

“Kadın Olmak” fikri nasıl doğdu? Bu projeyi hayata geçirme sürecinizde sizi en çok etkileyen neydi?

 

Kadın Olmak” fikri, toplumda bastırılmış ve anlatılmamış binlerce gerçek hikâyenin sessizliğinden doğdu. Yıllardır setlerde, içeriklerde, gündelik hayatın içinde duyduğum ama asla görünür olmayan kadın sesleri hep içimde yankılanıyordu. Bu proje, sadece bir içerik üretme arzusuyla değil; bir eksikliği tamamlama sorumluluğuyla doğdu. En çok etkileyen şey, bazı kadınların konuşmaktan değil, anlatamamaktan yorulmuş olmasıydı. “Kadın Olmak”, onlara yalnız olmadıklarını hissettirecek, duyulmayanı duyuracak, görülmeyeni gösterecek bir alan yaratma ihtiyacından filizlendi. Bu sadece bir format değil; sessizliğin içinden gelen bir çağrıdır.

 

Bu projede maskeli anlatımı tercih ettiniz. Bu tercihin ardındaki yaratıcı düşünceyi biraz açar mısınız? Katılımcılarda nasıl bir etki yarattığını gözlemlediniz?

 

Maskeyi bilinçli olarak bir sembol haline getirdik. Yüzü gizlemek değil, sözün gerçek gücünü ortaya çıkarmaktı niyetimiz. Çünkü bazen bir ifade, bir bakış, bir mimik izleyiciyi yönlendirebilir. Biz ise izleyicinin sadece kelimelere, sadece yaşanmışlığa odaklanmasını istedik. Maskeli anlatım; katılımcılara özgürleşme alanı sundu. Kendilerini koruma güvencesiyle konuştuklarında, o güne kadar dile getiremedikleri birçok şeyi daha açık, daha derin ve daha içten anlatabildiklerini gördük. İlk başta çekingen duran pek çok katılımcı, maske takıldıktan sonra kelimelerinde cesaret buldu. Bu yaratıcı tercih, yalnızca görsel bir unsur değil; duygusal bir anahtardı. O anahtar, pek çok kapalı hikâyeyi açtı.

Şu ana kadar ki izleyici tepkileri nelerdi?

 

Henüz yalnızca resmi tanıtım yayında olmasına rağmen, izleyiciden gelen tepkiler son derece güçlü ve duygusal oldu. Sadece fragmanı izleyen insanlar bile programın ruhunu, derinliğini ve taşıdığı sorumluluğu hissettiklerini ifade etti. “Bu sadece bir tanıtım ama içim titredi” diyenler oldu. Yorumlar, mesajlar ve sosyal medya paylaşımlarıyla gördük ki; insanlar bu programa yalnızca içerik olarak değil, bir duygusal ihtiyaç ve vicdani karşılık olarak yaklaşıyor. Tanıtımın ardından çok sayıda kadın kendi hikâyesini anlatmak için bizimle iletişime geçti. Bu bile gösteriyor ki “Kadın Olmak”, sadece izlenen değil, katılmak istenen bir şeye dönüşmeye başladı.

 

Bir erkek olarak kadınlara yönelik bu projede kadın bakış açısını yakalayabileceğinize inanıyor musunuz? Bu konuda ne gibi çalışmalar yaptınız?

 

Kadın olmak gibi derin, çok katmanlı ve kişisel bir deneyimi birebir yaşamak elbette mümkün değil. Ama bir erkek olarak yapabileceğim en doğru şey; konuşmak değil, dinlemek oldu. Bu projeye başlarken en çok önem verdiğim şey, kadınların kendi deneyimlerini kendi kelimeleriyle anlatmalarına alan açmaktı. Yapım sürecinde yalnız değildim. Kadın danışmanlar, psikologlar, feminist araştırmacılar ve içerik danışmanlarıyla birlikte çalıştık. Her detayda, her anlatım biçiminde kadınların söz hakkı vardı. Benim görevim, o sesi bastırmadan, sansürlemeden, yönlendirmeden görünür kılmaktı. “Kadın Olmak” projesi, bir erkek tarafından anlatılmadı; kadınlar tarafından anlatıldı, ben sadece o anlatının duyulmasını sağladım. Bu iş bir “erkek bakışıyla kadını anlatmak” değil; kadınların kendilerini anlatabilmeleri için gerekli koşulları yaratmak projesiydi.

Emre Turan kimdir?

 

15 yılı aşkın süredir Türkiye’de televizyon ve sinema sektöründe yapım koordinatörü olarak çalışan, üretimin her alanında yer almış bir profesyonelim. Yüzlerce projede aktif rol aldım; bunlar arasında ödüllü sinema filmleri, yüksek bütçeli diziler ve ulusal çapta ses getiren belgeseller de var. Sektörün mutfağından gelen biri olarak sadece sahneyi değil, sahne arkasındaki emeği, psikolojiyi, yapının nabzını bilen bir noktadayım. “Kadın Olmak”, bu uzun kariyerin sonunda sadece bir yapım değil, benim için bir kırılma noktası. İlk kez tamamen kendi yaratıcı vizyonumu hayata geçirdiğim, anlatının estetiğiyle üretimin disiplini arasında denge kurduğum bir proje oldu. Benim kim olduğumun ötesinde, yaptığım işin neye hizmet ettiği daha önemli. Bu proje, yıllarca anlatılamayan hikâyelere alan açan, topluma ayna tutan ve izleyiciyi dönüştürmeyi hedefleyen bir yolculuk olarak hayatımda özel bir yere sahip.

 

Program boyunca karşılaştığınız onlarca hikâye arasında sizi en çok etkileyen hangisiydi? Neden?

 

Her hikâye kendine özgü bir iz bıraktı, ama bazıları insanın içini gerçekten yakıyor. Beni en çok etkileyenlerden biri, küçük yaşta istismara uğrayan bir kadının, yıllar boyunca kimseye söyleyemediği o gerçeği ilk kez bizim kameramız karşısında dile getirmesiydi. O an sadece bir travma anlatılmadı; yılların taşıdığı yük, bir cümleyle boşaldı: “Benim suçum değildi.” Bazen o kadar basit bir cümle, bir insanın hayatındaki en büyük devrim olabiliyor. Bu hikâye, bana şunu tekrar hatırlattı: Biz bu programda sadece kamera kurmuyoruz, bir insanın ilk defa kendine inanmasını sağlayan bir alan inşa ediyoruz. Bu yüzden her bölüm, bir yapım değil, bir tanıklık. Ve bazı tanıklıklar hayat boyu unutulmuyor.

 

Sizce “Kadın Olmak” gibi yapımlar toplumsal travmalarla yüzleşme ve iyileşme sürecine nasıl katkı sunabilir?

 

Toplumsal travmalar en çok, görmezden gelindiklerinde kökleşir. “Kadın Olmak” gibi yapımlar, bu sessizlik duvarını kırar ve toplumun kendi karanlık tarafıyla yüzleşmesini sağlar. Bu programda anlatılan her hikâye; bireysel gibi görünse de, aslında hepimize ait bir kolektif hafızayı temsil ediyor. Bir kadının yaşadığı acıyı duymak, sadece o kadına değil; o acıya neden olan sistemin fark edilmesine de katkı sağlar. Yüzleşme olmadan iyileşme olmaz. “Kadın Olmak”, işte tam da bu yüzden bir televizyon programından fazlasıdır; bu bir toplumsal farkındalık aracı, bir duygusal rehabilitasyon alanı ve en önemlisi, bir iyileşme çağrısıdır.

 

Bu program, kadınlara ne tür bir alan ve ses sağlıyor? Onlara nasıl bir güç ve farkındalık kazandırıyor?

 

“Kadın Olmak” programı, kadınlara yargılanmadan, korkmadan ve isimlerinin ardına saklanmadan konuşabilecekleri güvenli bir alan sunuyor. Burada önemli olan kim oldukları değil, ne yaşadıkları ve ne hissettikleri. Maskeler onları görünmez kılmıyor; tam tersine, kelimelerini daha görünür, duygularını daha güçlü hale getiriyor. Bu programda konuşan kadınlar, yalnızca hikâyelerini anlatmıyor; aynı zamanda yıllardır bastırılmış benliklerini ifade ediyorlar. O an sadece bir anlatım gerçekleşmiyor; bir tür yeniden doğuş yaşanıyor. Dinleyen kadınlar ise “Ben de benzer şeyler yaşadım” diyerek yalnız olmadıklarını fark ediyor. Bu karşılıklı duygu akışı, bir empati zinciri oluşturuyor ve farkındalık tam da burada başlıyor. “Kadın Olmak”, kadınlara sadece ses vermiyor — onları kendi sesleriyle buluşturuyor. Bu buluşma, gerçek gücün başladığı yerdir.

 

Programda anonim kalma tercihiyle samimi bir anlatım dili kurmak arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?

 

Bu programın en önemli yapı taşlarından biri tam olarak bu denge. Anonim kalmak, anlatıcının mahremiyetini korurken; samimi anlatım ise izleyiciyle duygusal bağı kurmamızı sağlıyor. Biz bu iki unsuru çelişki değil, tamamlayıcı olarak ele alıyoruz. Maskeler kimliği gizliyor ama duyguyu gizlemiyor. Hatta yüz kapandığında, kelimeler daha çok şey söylüyor. Göz teması yerine sesin titremesi, mimik yerine cümlenin yükü ön plana çıkıyor. Bu sadelik, anlatımın doğallığını artırıyor ve duygunun sahiciliğine hiçbir zarar vermiyor. Anlatan kişi güvende olduğunu hissettiğinde daha içten, daha açık ve daha cesur olabiliyor. İzleyen ise sadece bir yüz değil, bir insanın iç sesiyle temas kuruyor. Bu nedenle biz anonimliği bir perde olarak değil, anlatının cesaretini artıran bir zemin olarak kullanıyoruz.

 

Kameranın arkasında biri olarak, “Kadın Olmak” programını izlediğinizde sizde ne tür duygular uyanıyor?

 

Kameranın arkasında olmak çoğu zaman sürece teknik olarak bakmayı gerektirir; ama “Kadın Olmak” öyle bir yapım ki, hiçbir anı sadece teknik bir an olarak geçmiyor. Her bölümde, her anlatımda, kelimelerin ağırlığını fiziksel olarak hissettiğim anlar oldu. Bir yapımcı olarak sessizliği kayda alırken, içimde fırtınalar koptuğu çok oldu. Bazı hikâyelerde gözlerim doldu, bazı cümlelerde boğazım düğümlendi. Çünkü bu programda duyduğumuz şeyler sadece kelimeler değil; yılların suskunluğu, bastırılmışlığı ve nihayetinde gelen cesaretti. Kameranın arkasında durmak, bir anlamda tanıklık etmekti. Benim için bu süreç bir prodüksiyon değil, bir vicdan meselesine dönüştü. Bu duygular, işimi neden yaptığımı her seferinde yeniden hatırlattı. “Kadın Olmak”, beni yalnızca bir yapımcı olarak değil, bir insan olarak da dönüştüren bir yolculuk oldu.

 

Sizce bu proje, toplumda kadınlara yönelik bakış açısını nasıl dönüştürebilir?

 

“Kadın Olmak”, toplumun yıllardır görmezden geldiği sessizlikleri görünür kılıyor. Bu program, kadınları anlatılan bir nesne olmaktan çıkarıp, kendi hayatının anlatıcısı haline getiriyor.  İzleyiciye kadınlara dair ezberlenmiş kalıpları değil, gerçek deneyimleri sunuyoruz. Bu gerçeklik, izleyicinin bakışını yavaş yavaş ama kökten değiştirmeye başlıyor. Bir kadının yaşadığı acıyı dinlediğinizde, artık o acıya duyarsız kalamazsınız. Bir annenin susuşunu, bir çocuğun korkusunu, bir genç kadının utancını duyduğunuzda, o hikâyeye bakışınız değişir — dolayısıyla tüm kadınlara bakışınız da. Bu program bir suçlama değil, bir aynadır. Topluma, kadına nasıl baktığını değil, nasıl bakmadığını gösteren bir yüzleşme. Bu yüzleşme, değişimin ilk adımıdır. “Kadın Olmak”, sadece bireylerin değil; toplumsal zihniyetin de dönüşmesini hedefliyor.

 

Uluslararası platformlar açısından baktığınızda, bu formatın evrensel düzeyde yankı bulma potansiyeli sizce nerede yatıyor?

 

“Kadın Olmak” evrensel bir duygunun anlatısıdır: bastırılmışlık, sessizlik ve sonunda gelen cesaret. Bu hisler sadece bir ülkeye, bir kültüre veya bir dile ait değil — dünyanın her yerinde farklı biçimlerde ama aynı derinlikte yaşanıyor. Formatın en güçlü yanı, yalınlığı ve duygunun ön planda olması. Siyah fon, sabit kamera ve maskeli anlatım; izleyiciyi yalnızca kelimelere ve yaşanmışlığa odaklamaya zorluyor. Bu, hangi coğrafyada izlenirse izlensin, izleyicide bir iç titreşim yaratıyor. Ayrıca programın 11 dilde altyazı desteğiyle başlaması, evrensel erişime verdiğimiz önemin bir göstergesi. Netflix, MUBI, Arte, Al Jazeera, TRT World gibi platformlar için hem biçimsel hem tematik olarak son derece uygun bir yapıya sahip. Kadının sesi her yerde bir direniştir. “Kadın Olmak”, bu direnişi en sade ama en güçlü haliyle sunuyor. Bu yüzden bu formatın uluslararası düzeyde karşılık bulacağına ve birçok ülkeye uyarlanabileceğine gönülden inanıyorum.

 

Son olarak, sizin gözünüzden “kadın olmak” ne anlama geliyor? Bu tanımı yıllar içinde değiştiren ya da pekiştiren deneyimleriniz oldu mu?

 

Benim gözümde “kadın olmak”, görünmeyenin yükünü taşımaktır. Yalnız kalıp ayakta durmaktır. Susmak zorunda bırakılıp, içinden bağırmaktır. Ama aynı zamanda, her şeye rağmen yeniden başlayabilmektir. Bu tanım yıllar içinde değişti, büyüdü ve derinleşti. Hayatım boyunca kadınların hem iş hayatında hem günlük yaşamda ne kadar büyük bir mücadele verdiğine tanık oldum. Ama “Kadın Olmak” programını hayata geçirirken; o mücadelelerin sadece dışa değil, içe karşı da verildiğini daha yakından gördüm. Artık benim için “kadın olmak”, sadece toplumsal rollerle açıklanabilecek bir kavram değil. Bu bir direniş biçimi, bir hayatta kalma stratejisi, bir duygu taşıyıcılığıdır. Bu programla birlikte şunu da çok net gördüm: Kadın olmak, yalnızca bir kimlik değil, bir yüzleşme gücü ve bir iyileştirme dilidir. Ben bu tanımı anlatmadım — duydukça, hissettikçe öğrendim. Hâlâ öğreniyorum. Elbette, işte bu teşekkür mesajını röportajın sonunda yer alabilecek şekilde profesyonel, samimi ve saygı içeren bir dille yeniden yazılmış hali:

 

Kadın Olmak’ın yolu açık, etkisi kalıcı olsun…

 

Teşekkürler…

 

Bu özel formatın hayata geçmesinde yalnızca bir fikir değil, güçlü bir ekip ruhu vardı. “Kadın Olmak” projesinin yapım sürecinde yanımda olan, inanan, destekleyen ve her detayı titizlikle şekillendiren tüm ekip arkadaşlarıma en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Başta Burhan Gündüz, Sinan Turan, Ali Nalbantoğlu, Ekber Turan, Ebru Kürya Diler, Perihan Aslan, Burak Bay, Ufuk Tektaş ve Yusuf Çelik olmak üzere, emeği geçen herkese minnettarım. Bu yolculuk, yalnızca bir prodüksiyon değil; birlikte taşıdığımız bir sorumluluğun, bir vicdanın ve ortak bir sesin ürünüdür.

 

İyi ki varsınız…

 

YORUM YAP