DOLAR 32,3400 % -0.07
EURO 34,8790 % 0.06
STERLIN 40,6534 % 0.01
FRANG 35,7427 % 0.57
ALTIN 2.393,53 % -0,14
BITCOIN 63.720,22 1.863

BURHAN GÜNDÜZ İLE FİLM YAPIMCILIĞI ÜZERİNE

Yayınlanma Tarihi : Google News
BURHAN GÜNDÜZ İLE FİLM YAPIMCILIĞI ÜZERİNE
0

01.08.2014‘te ilk uzun metrajlı senaryoyu Cansu Sabancı ile yazdığım zaman başladı senarist tarafında çıktığım yazma yolculuğu. Şimdilerde düşünüyorum da ne kadar da safmışım.

Senaryoyu yazınca her şey bitiyormuş gibi Cansu ile girmiştik mücadeleye. Sonrasında Cansu kendine ayrı bir kariyer tutturdu. Bense yazmaktan başka bir becerim olmadığı için yazmaya devam ettim. Yazdıklarıma ilk başta yönetmen aradım çünkü bu işlerin yönetmenle yapıldığını sanıyordum. Şimdiyse sektörün gerçekleriyle yüzleşmiş, ilk yazdığım film olan, romantik komedi “Güncel Eros”un ardından çok yol kat etmiş biriyim. Hırsım devam etse de yorgunluğum ve çabalarımın henüz bir yere gelmemesinin verdiği üşengeçlik ve bezginlik de beni yazmaktan uzaklaştırmıyor değil.

Bu sayfadaki konu neyse ki benim yılgınlığım ve bezmişliğim değil. Sinemadan tutun da müzik dünyasına kadar her şeyin yapılmasını sağlayan işin en üstündeki kişi. Yani yapımcı.

Konuğum Burhan Gündüz.

Hoş geldiniz Burhan hocam…

Merhaba İlker…

 

Burhan Hocam, yapımcılara ulaşmak neden çok zor?

Yapımcılara ulaşmak aslında zor değil, birçok gelen senaryoyu değerlendirmek zorunda kalıyor. Güne başladığımızda odamıza girip bilgisayarı açtığımızda önümüze maillerle birlikte çok sayıda senaryo, tanımadığımız kişilerden geliyor ortalama 150-200 sayfalık senaryoları, sen de takdir edersin ki bunları bizim okumamız, değerlendirmemiz süzgeçten geçirmemiz büyük bir mesai harcamanıza sebebiyet veriyor. Malum herkesin toplumun içerinde edindiği konumu var, yaşama bakışı var ve bir de yapımcılar olarak taşıdımız kaygılarımız var. Değişen trentler, ekonomik sıkıntıların getirdiği hezeyanla haklı olarak yapımcılar bu işlere girerken ince eleyip sık dokumak zorunda kalıyorlar. Dönemsel olarak tabii ki popilasyonu da göz onunda bulundurmak gerekiyor gelişen dünya ve Türkiye şartlarında o döneme ait dokular o dönme ait ilgilenebileceği konular toplumun değer yargıları üzerinde durmak gerekiyor haklı olarak bizimde bir gelir kaygımız başlıyor. Ziyadesiyle şöyle söyleyeyim yapımcılara ulaşmak biraz daha yapımcıların birlikte çalıştığı yapımcıların güvenini sağlayan senaristler, onlardan gelecek projeler tanımadığımız insanların önüne geçmiş oluyor haklı olarak. Çünkü senaristler kendi iç dünyalarıyla alakalı, kendilerince kabul görmüş, kendilerince çok önemli olan, kendilerinin doğup büyüttüğü ve çocuğu gibi gördüğü senaryoları bizim dinamiklerimize uygun olup olmadığını bilmeden yapımcılara ulaşmak istiyorlar. Herkesin kendince ürettiği, kendince çalışıp üzerinde emek verdiği proje onun için en değerlisidir. Onlar için bu kadar değerli projeyi yapımcılar da kendi gözünden değerlendirmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla günün sonunda yapımcıya(bize) ulaşmak noktasındaki cevap yapımcının konuya bakış açısıyla senarist arkadaşların, baktığı açı çok farklı oluyor ama yüreğine ve kalemine inandığımız arkadaşlarımızın ilettiklerini mutlaka okuruz. Değerlendiriyoruz… Yapımcılarında bir ekibi var bu ekip bunları değerlendiriyor. Fakat yapımcı olarak bize ulaşan her projeyi de okumamız mümkün değil. Ekibimizin bize özetlediği senaryolardan dikkatimizi çeken ve bunun yapıldığında geri dönüşü nasıl olacağını hesaplamamız gerekiyor. Dolayısıyla da yapımcıya Herkesin kendince ürettiği, kendince çalışıp üzerinde emek verdiği proje onun için en değerlisidir. Onlar için bu kadar değerli projeyi yapımcılar da kendi gözünden değerlendirmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla günün sonunda yapımcıya(bize) ulaşmak noktasındaki cevap yapımcının konuya bakış açısıyla senarist arkadaşların, baktığı açı çok farklı oluyor ama yüreğine ve kalemine inandığımız arkadaşlarımızın ilettiklerini mutlaka okuruz. Değerlendiriyoruz… Yapımcılarında bir ekibi var bu ekip bunları değerlendiriyor. Fakat yapımcı olarak bize ulaşan her projeyi de okumamız mümkün değil. Ekibimizin bize özetlediği senaryolardan dikkatimizi çeken ve bunun yapıldığında geri dönüşü nasıl olacağını hesaplamamız gerekiyor. ulaşmak biraz daha sancılı, biraz daha kaygılı, biraz daha zor olmaya haliyle de kıymetlenmeye başlıyor. Malum herkese de numaralarımızın verilmesi yaşamın içerisinde de sadece yapımcıya ait bir şey değil. Herkesle oturup bir proje, herkesle oturup bir konu hakkında konuşmak için zamanımızda yok. Malumdur ki bizlerin yaşadığı bir hayat var ama ulaşılmaz da değiliz. Maillere geri dönüşler de zaten numaralarımız çıkıyor.

Hocam senaryolar dediğiniz gibi uzun ve değerlendirmesi zaman alıyor. Değerlendirme safhasını kısaltmak için tretman ve snopsis gibi senaryo özetleri var. Peki bir yapımcı için hangisi daha önemli? Snopsis mi? Tretman mı?

Tretman daha önemli çünkü snopsis, kendini çok da anlatabilecek uzunlukta olmadığı için yanlış algılar oluşabiliyor malum senaryonun özeti mahiyetinde… Dolayısıyla tretmanda duyguyu da, konuyu da içeriği de net olarak algılayabiliyoruz. O yüzden de tretman olmasında fayda var. En az bir 25-30 sayfalık bir tretmanla konulara daha hakim olabiliyoruz.

 

QBenim de bu konuda çalışmam gerekiyor nitekim iki alanda da zayıfım. Burhan Gündüz’ü tanıyabilir miyiz?

Burhan Gündüz, 50 yaşında,Malatyalı, 10 yılı aşkın bir süreçtir sektörünün içerisinde. Sırasıydı Sarıkamış Çocukları, Hayati Tehlike, Ayla, Müslüm ve Çiçero adlı yapımlarda uygulayıcı yapımcı, finans müdürü ve şirket CEO’su olarak görev yaptım. Görevlerim süresinde de topluma malolmuş bir yapım olan Ayla’yı, Mustafa Bey ve diğer ekip arkadaşlarımızla birlikte, 2016 yılında Oskar aday adaylığı seviyesine getirdik. bundan 4 yıl önce de kendi yapım şirketimi kurdum sinema sanatına hizmet vermeye devam ediyorum.

Ayla hepinizin gönlünde taht kurmuş özel bir yapım. Oskar aday adaylığına giden süreci bize anlatabilir misiniz? Oskar’a gitmemin kriterleri nelerdir?

Öncelikle Ayla, yaşanmışlık bakımından müthiş bir hikâyeydi. Kore iç savaşı sırasında anne ve babasız kalan 5 yaşındaki kız çocuğunun(Ayla) bir Türk askeri(Süleyman Dilbirliği) tarafından himaye altına alması, ona savaş boyunca babalık yapması fakat savaşın bitmesinin ardından, Güney Kore devletinin Ayla’nın ülke dışına çıkışına izin vermemesi arasında geçen 60 küsür yıllık süreç ve manevi baba kızın bir araya gelme hikayesi. İnsanımızın çok ihtiyaç duyduğu değerlerden, duygulardan birisiydi. Tabi sinema sanatı bunu farklı kıymetlendirip değerlendirecekti. İnsanımızın dram sever bir halk olduğunu bildiğimiz için bu yapım bize ayrı bir motivasyon kazandırdı. Öncelikle hikâyenin oyuncu kadrosunun çok iyi kurmak lazım. Yerli veya yabancı senaryo içindeki karakterlerin seçimi yapım takvimi açısından en uzun süreci tuttu. Rollere uygun seçimleri başarıya giden yolda en önemli adım oldu ekip olarak bizler için. Başarının %50’si böyle gelmiş oldu diyebilirim. Başarılarımızın ardından drama konusunda dönemin en iyi oyuncu kadrosunu Ayla filminde bir araya getirmenin gururunu duyduk. Yapımdan bir süre önce Ayla’yı oynayan Kim Seol ve Süleyman Dilbirliği‘ne hayat veren İsmail Hacıoğlu‘nu bir araya getirip baba kız tarzı bir uyuma girmelerine çabaladık ki aldığımız geri dönüşlere göre bunu başarmıştık. Uyum süresi de çekimler başlamadan önce bir ay öncesinde başladı diyebiliriz. Başrol uyumunu tamamladıktan sonra Kore dönemin Kore savaşına uygun bir plato hazırlanmaya başlandı. Bu alanda da Türkiye’nin en iyi sanat yönetmenlerinden biriyle çalıştık. Fırat Ünlüer hocamız ve 25 kişilik sanat yönetmenliği ekibiyle iyi bir plato inşaa ettik. Fırat Ünlüer hocamız alanında en güvenilir kişilerden biridir ve 1950’lerdeki sokak lambası detaylarına kadar platoyu Kore savaşı ambiyansına sokulmasını sağladı. Sinema sanatında detaylar önemlidir; bizde Ayla filminde bu detayları da iyi yansıttık. Projeye çok inanıyorduk bu yüzden hiçbir masraftan kaçınmadık. Zaten iyi bir yapım ortaya çıkartmanın ilk kuralı masraftan kaçınmamaktır. Oyuncu ekibi, sanat yönetmenliği dedik ama en az onlar kadar önemli olan müzik konusunda da ülkemizin duayen sanat insanlarından biri olan Fahir Atakoğlu ile çalıştık. Fahir hoca, senfoni orkestrasıyla adeta filmin üzerine müzikleri inşaa etti. Yapımcılığın başındaki Mustafa Bey de finansman akışında son derece cömert davrandı. Projeye inanıp, kostümden makyaja kadar tüm ince detayları da işledikten sonra geriye PR çalışmasını da doğru yapınca başarı da kaçınılmaz olarak geldi.

Verdiğiniz cevaplar da yapımcı olmanın ne demek olduğunu anlattınız ama genede yapımcı nedir, kısa bir anlatabilir misiniz?

Bana kalırsa Yapımcı, yapımın her şeyidir. Projenin içerisinde herkes kendine ait departmanla ilgilenir ama Yapımcı, her departman kadar hissedip, en az onlar kadar bilgisi olması gereken kişidir. Dışarıdan bakanlar bu konuyu kolay sanıyor; parayı veren finans akışını sağlayan biri gibi. En azından ülkemizde bilinen tanım bu şekilde. Yapımcı hem gereçleri alan, bulan ama aynı zamanda da yapımın duygularını bilip ona göre hareket etmeli. Tabii ki finansal kaygıları da iyi yönetmesi gerekmekte Yapımcı. Yapımı, yönetmenin her yöndeki gözüyle bilmesi gerekirken aynı zamanda sanat yönetmeninden, makyöre kadar her yöne hakim olması lazımdır. Yapımcı, senaryoyu, snopsisi ya da tretmanın okumasını yaparken normal bir okuyucu gibi okumaz. Hem duyguyu, hem de içeriği bilmesi gerekiyor. Kalemiyle cümlelerin akışına göre muhasebesini de çıkarmalı. Yapımcı yaptığı filmi izlerken sıradan bir izleyici gibi görmez. İzleyici ile yapımcının yapımdan kaynaklı lezzet algısı farklıdır.

İlk projeniz hayata geçtiği zaman ne hissettiniz?

İlk projem Sarıkamış’ta, Ocak ayında, 2 metre kar ve eksi 20-25’lerde çalıştığımız bir proje, Sarıkamış Çocukları oldu. Serüven benim için böyle başladı. Böyle denk gelmesi ilginç oldu ama Hayati Tehlike hariç bugüne kadar ki projelerimin hepsi de dönem filmleri oldu. İlk yapımım olan Sarıkamış Çocuklarının en büyük özelliği çok yalın ve doğal bir yapım olmasıydı. Bunda en büyük payda sanıyorum ki yerel oyuncu kadrosuyla çalışmamız oldu. Sarıkamış Çocukları, Sarıkamış’taki Milli eğitim bakanlığa bağlı okullardaki öğrencilerin, okullarından izin alınarak ve bir süre oyunculuk eğitiminden geçirilen öğrencilerden oluşmasıydı. Bu yapımı ayrı derecede çok ozel ve güzel kılıyor. Benim de filmin yönetmenin isteği üzerine iki sahnede rol aldığım, kalbimde ayrı bir yeri olan bir yapımdır.

Burhan Gündüz’ün en büyük hayali nedir?

Aslında en büyük denen bir şey olmuyor insan hayatında. Hayalden kastım. Düşündüğüm, istediğim birçok şeyi yapmak bana kısmet oldu zaten. Mesela, kendimi bildim bileli Müslüm Gürses hayranıydım; Müslüm filminin çekiminde yer aldım. Bu hayal bile değildi benim için ama yaptım. Şu zamanlarda en büyük isteğim de sinema sanatına ve insanlara fayda sağlayabilmek. Yakın çevremdeki sevdiklerime de güzel bir hayat geçirecekleri yollar açmak da en büyük isteklerimden bir diğeri.

Hocam, ülkemizde en çok sevilen türlerden birinin komedi olmasına rağmen kaliteli komedi izlemek neden zor?

Çünkü toplum evrildi fakat bu evrimin iyi yönde olduğu söylemek çok zor. Toplum değerlerimiz, yargılarımız, tutum ve davranışlarımız, konuşma dilindeki söylemlerimiz dejenerasyona uğradı. Ailecek televizyon karşısına geçip bir film seçilecek olsa halen eski Hababam sınıfı serileri ya da o dönemde yapılmış komedi filmleri seyrediliyor çünkü o filmlerde samimiyet ve doğallık var. En önemlisi küfür yok. Aile değerlerine verilen çok büyük bir önem var. Dostluk, samimiyet, arkadaşlık var. Akrabalık, komşuluk var. Kısacası toplumu bir arada tutan tüm değerler eski komedilerde var. İnce elenip sık dokunmuş ve toplumda halen kabul görür olmuş. Fakat günümüzde dejenerasyon kendini o kadar acı bir şekilde kendini gösteriyor ki, insanlar artık düzgün bir komedi izleyemez hale geldiler. Komediyi küfürle beslenen bir biçim, bir şekil gibi görüp, onunla kahkaha atıp, onunla gülen bir toplum haline geldik. Samimiyetsiz, küfre odaklı, aile ile izleyemeyecek filmler ortaya çıktı. Mesela, 7+, 13+, 18+ gibi. Sınırlamalarla projeler üretildiği için insanlar aileleriyle ya da eş-dostla bir arada film izlemek çok zor. Bunun sebebi de asimile olan duygularımız, yitip giden değer yargılarımız ve dejenerasyondur.

Tarihten bir yapımı sizin yapma şansınız olsaydı bu hangi proje olurdu?

Şu an üzerinde çalıştığım proje olurdu İlker. Projenin içeriğini paylaşabilirim şimdilik. Bir Çanakkale filmi… 107 yıllık bir gerçek ortaya çıkacak. Çok güzel bir proje… Daha fazla detay şimdilik veremem. Olgunlaştığını ilk öğreneceklerden olacaksın ve emin ol ki çok özel bir yapım olacak.

Son olarak sinemaya gönül vermek isteyen senarist ve yönetmenlere neler tavsiye edersiniz?

Öncelikle bol bol dünya ve yerel sinemadan film seyretmeleri, bolca okumaları, insanları ve duygularını gözlemleyip, olan bitenden trendeler dahil haberdar olmaları, betimleme yeteneklerini geliştirmeleri. Tüm bunların dışında ileriye dönük kafalarında eksik gördükleri yönlerini geliştirmeliler. Burada biraz da kendilerine öz eleştiri yapabilmeleri de çok önemli. Her daim eleştiriye açık olmalılar. Geliştirecekleri projelerin ekonomik boyutlarını da göz önünde bulundurmaları gerekiyor. Günümüz projelerinde senarist ve yönetmen artık birleşti diyebiliriz. Nitekim bize gelen senaryoların çoğu yönetmenler tarafından yazılıyor. Ki dünyada da bunun örneklerini sıkça görüyoruz. İşte bu durum bile bir gözlem, bir trend. Tabii ki bu durumda ayrı bir donanım, tecrübe gerektiriyor. Bir senarist kendi projesini çekmek istiyor ama yönetmenlik konusunda birikimi nedir? Bunlar geliştirilmesi gereken entegrasyon isteyen konu ve durumlar. Her zaman kendi yapmak istediklerine ağırlık versinler fakat içinde bulunduğumuz toplum normlarını da eserlerinde mutlaka bulundursunlar. Yapımcıyı ikna edecek şekilde yazılmalı. Bu durum biraz pinpona benziyor. Al ver ilişkisi içeriyor. Her ne kadar sanatsal bir konu olsa başka kaygı ve gerçeklerde içeren bir durum ne yazık ki. İşin püf noktası kendilerini tanımalarında geçiyor. Eğer Tom Cruise filmin yazımından finansmanına kader kendiniz yapamıyorsanız ikna edici, güçlü projeler oluşturmanız, bunun için de içsel donanımızı iyi geliştirmeniz gerekmekte.

Burhan Hocam, keyifli söyleşi için çok teşekkür ederim. Umarım ileride çalışma şansımız olur.

Bunun bir gün olacağını biliyorum İlker. söyleşi için ben de teşekkür ederim…

Hüseyin İlker DUMAN

YORUM YAP