BIST 100
10.877,52 -3,57%
DOLAR
41,1530 0,09%
EURO
47,9189 -0,57%
GRAM ALTIN
4.668,15 1,55%
FAİZ
39,97 2,67%
GÜMÜŞ GRAM
54,10 0,41%
BITCOIN
110.756,00 1,73%
GBP/TRY
55,1017 -1,08%
EUR/USD
1,1633 -0,67%
BRENT
69,08 1,38%
ÇEYREK ALTIN
7.632,66 1,55%
Antalya Açık
Antalya hava durumu
27 °

SEVEN VEİLS (YEDİ TÜL): SİNEMANIN SANATSAL PERDESİ

WhatsApp Görsel 2025-09-02 saat 11.04.44_a47aa1f6

Atom Egoyan’ın Seven Veils (Yedi Tül) filminin ilk saniyelerinden itibaren, bunun sıradan bir vizyon filmi olmadığını, doğrudan festival salonlarının ağır havasına ait bir yapım olduğunu hissettim. Lirik dili, katmanlı yapısı ve ağır temposuyla seyirciyi kolayca içine almıyor; hatta sıradan bir izleyici için yorucu ve sıkıcı görünebilir, onu filmden itebilir. Yapım, tam anlamıyla bir festival filmi ruhu taşıyor. Sinema salonunda heyecan arayan geniş kitleler için fazla katmanlı olabilir, ama derinlik arayan izleyici için etkileyici bir deneyim hazırlıyor.

Amanda Seyfried’in Jeanine performansı beni başından sonuna kadar olumlu anlamda etkiledi. Onun kırılganlık ve direnç arasındaki gelgitleri, bastırılmış travmalarla yüzleşirken -filmdeki tiyatro sahnesinde- neredeyse görünmez bir dünyayı kaldırışı, filmi sırtlayan en güçlü unsurdu. Seyirci, tiyatronun büyülü yanı ile bir kadının içsel çöküşünü aynı anda seyrediyor. Seyfried’in yüzüne yansıyan her tereddüt, her bakış, filmi sıradan bir dram olmaktan çıkarıp lirik bir hesaplaşmaya dönüştürüyor. Neredeyse tiyatral bir yoğunlukla, beyazperde üzerinden bir mitoloji kuruyor.

Filmin kalbi, Strauss’un Salome operasının sahnelenme sürecinde atıyor. Jeanine’in prova salonlarında oyuncularla yaşadığı gerilim, kostümlerin metallerdeki ağırlığı, ışıkların sertliği, aynaların bitmeyen yansımaları yalnızca bir tiyatro prodüksiyonunu değil, aynı zamanda bir ruhun çözülüşünü izleyiciye sinema üzerinden gösteriyor.Salome’nin baş istediği perdede, Jeanine’in yüzünde beliren huzursuzluk, sahnelenen oyunun ötesine geçerek geçmişten gelen bastırılmış acıların işaretine dönüşüyor. Tiyatro burada yalnızca bir oyun değil, karakterin belleğini uyandıran bir ritüel gibi işliyor.

Yan karakterler de bu dünyanın içinde var: oyuncular, sahne ekibi, prodüksiyonun temsilcileri… Onların her biri Jeanine’in etrafını dolduruyor. Kendi hikâyeleri varmış gibi dursalar da çoğunlukla yokmuş hissi uyandırıyorlar. Karakterlerin her biri, Jeanine’in içsel cehenneminin gölgeleri halinde kalıyor. Bu tercih, filmin odağını yoğunlaştırıyor ama dünyayı tek yönlü hissettirebiliyor. İzleyici filmde köşelere serpiştirilmiş bir topluluk görüyor, ama aslında tek bir kişinin travmalarının yankısını hissediyor, derinlemesine izliyor. Egoyan’ın sinemasına aşina olanlar için bu, yabancı bir durum değil: yan karakterlerin çoğu zaman dekor gibi işlenmesi, asıl meselenin tek bir ruhun çözülüşüne odaklanması, yönetmenin bilinçli tercihlerinden biri.

Film boyunca istismar, ailevi yaralar, bastırılmış anılar açıkça gösterilmiyor; daha çok tiyatro oyununun gerilimlerinin ve suskunlukların arasına gizleniyor. Bu, anlatıyı rahatsız edici ama aynı zamanda şiirsel kılıyor. Seyirci bir noktada Jeanine’in yalnızca bir tiyatro yönetmeni değil, geçmişinin enkazını taşıyan bir kadın olduğunu çok derinden hissediyor.

Bu yapım, festival ruhunun en çarpıcı örneklerinden biri. Rotten Tomatoes’da olumlu değerlendirmelerin çoğunlukta olması, yine de IMDb puanının 5,7/10 seviyesinde kalmasını değiştirmiyor. Aslında bu durum kaçınılmaz: film herkese hitap etmiyor. Ama zaten öyle bir iddiası da yok. Egoyan’ın sineması hiçbir zaman toplumun tamamı tarafından anlaşılmadı; buna da gerek yok. Sinemanın bir yüzü eğlencelik, kolay tüketilen yapımlara dönükse, bir yüzü de sabır isteyen, izleyiciyi rahatsız eden, onu düşünmeye ve hissetmeye zorlayan filmlere ait olmalı. Tabii ki bunu estetik, kaliteli dokunuşlarla yapmalı.

Bugün birbirinin kopyası, göze parmak sokarcasına anlatılan yapımlar salonları dolduruyor. Bunlardan biri de , “Kadıköy Boğası Bu tarz filmler kısa süreli heyecan yaratıyor ama hızla batmaya, ya da tarihten silinmeye mahkûm oluyor. Seven Veils ise farklı: kolay tüketilen bir ürün değil, zorlayıcı ama kalıcı bir deneyim. Bana göre sinemanın asıl değeri, işte böyle filmlerde saklı. Çünkü sinemanın hâlâ derinlikli, düşündürücü ve rahatsız edici olabileceğini hatırlatan şey, bir damar değil; keşfedilmeyi bekleyen bir maden gibi gizli kalıyor.

Artık Seven Veils’i festival salonlarında değil, dijital platformlarda izleyebiliyoruz. Belki çoğu kişi “çok ağır” diyerek yarıda bırakacak. Ama benim için sinema tam da böyle filmlerle nefes alıyor. Yan karakterlerin gölgede kaldığı, bütün dünyanın bir kadının yüzüne yansıdığı bu deneyim, sabırla izleyenlere yalnızca bir hikâye değil, bir yüzleşme sunuyor. Perdelerin ardına bakabilenler için bu film, sinemanın hâlâ bir sanat olduğunu hatırlatan güçlü bir işaret.

Dipnot: “Kadıköy Boğası” örneği, bağımsız ya da ticari yapımlarda özel gereksinimli bireylerin filmlerde rol alması konusunda karşılaşılabilen istismar durumunun bir yansımasıdır. Dünya sinemasında profesyonel ya da profesyonele yakın oyuncuların son derece başarılı performanslar sergilediği örnekler vardır. Ancak söz konusu filmde böyle bir yaklaşım mevcut değildir. Bir futbol takımının taraftarı olan bu birey, adeta maskot yerine konularak istismar edilmiştir. Bu, sanatsal özgürlük adı altında kabul edilemeyecek bir durumdur. Böyle bir sürecin parçası olan herkesi kınıyorum. Zihinsel engeli olan kişilerin bu tür durumlara maruz bırakılması kesinlikle kabul edilemez. Özellikle futbol kulüplerinde, yardım veya şefkat gösterisi adı altında benzer istismar örneklerine rastlanabilmektedir. Oysa sanat, yalnızca eleştirel değil aynı zamanda koruyucu bir sorumluluk da taşır.

YORUM YAP

Yorum yapabilmek için kuralları kabul etmelisiniz.
Yeni bir yorum göndermek için 60 saniye beklemelisiniz.

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?