
Hayat bizi mücadelelere iter. Bana kalırsa anlam arayışında olduğumuz bu kısacık sürenin yegâne anlamı budur. Gerçi bu ne kadar anlam içerir o da tartışmalı bir konu ama sonuç olarak bir mücadelenin içindeyiz ve bugünkü konuğumda tam bir mücadeleci olan, yazar Ersin Ata.
Ersin Bey hoş geldiniz…
Merhabalar İlker…
Ersin Ata ne için mücadele ediyor?
Öncelikle beni köşende ağırladığın için teşekkür ederim. Aslında Ersin Ata, insanların engellilere olan bakış açısını değiştirmek için mücadele ediyor desek yanlış olmaz. Tamam, çok zor bir görevim var, ama elimden geldiğince bu konuda azami özeni gösteriyorum. Yazdığım kitaplar, köşe yazıları ile bu mücadeleyi veriyorum.
Engelli olmanın sana neler kattığını ve senden neler götürdüğünü düşünüyorsun?
Engel türlerine bakarsak sende takdir edersin ki en zorlarından biri bizimki çünkü bedenimizi kontrolü çok zor bu yüzden bana kattığı hiçbir şey yok. Benden götürdüğüyse çok fazla… Doğumumdan itibaren birçok handikabı beraberinde yaşıyorum. En önemlisi de kasılmamdan ötürü konuşmakta zorlanıyorum bu beni çok etkiliyor.
İstanbul’a taşınıp bir rehabilitasyon merkezinde eğitim almaya başladın. Bu süreçte karşılaştığın en büyük zorluklar ve edindiğin en değerli kazanımlar neler oldu?
O dönemde hatırladığım kadarıyla haftanın dört günü Pendik’ten Acıbadem’e gidip geldiğim. Ailem benim için Kastamonu’ndan İstanbul’a taşındılar. Babam, sağlık sektöründe çalıştığı için İstanbul gibi bir yerde yaşamanın zorluğunu tabii ki yaşadık ancak öyle bir eğitim aldım ki beni bugünlere getirdi. En değerli kazanımım eğitimimi bizzat yürüten, Nuray öğretmenim oldu diyebilirim. 7 yaşıma geldiğimde, “Ersin sen normal okula gideceksin. Senin zekân normal çocuklarınki gibi hatta daha yüksek bunu değerlendirmen gerekiyor.” Dedi. Böylece de okula başlama hikâyem başladı. Liseye kadar eğitimimi evime yakın bir okulda sürdürdüm. Yine burada da belirtmek isterim ki hem öğretmenlerim, hem de çok değerli arkadaşlarım bana büyük destek oldular. Her konuda beni hayata hazırladılar. Onların emeğini asla unutamam.
Lise eğitiminizi dışarıdan tamamlarken resmi okul ortamının dışında kalmak seni nasıl etkiledi? Bu deneyim yazın hayatınıza nasıl yansıdı?
Orta okulu bitirdiğimde, ailem beni liseye yazdırmak için okul araştırdı. Fakat evime yakın bir lise bulunmadığı için gidemedim. Bu hala benim içimde uhde olarak kalmaya devam ediyor. Çünkü hayatınızın en önemli bölümlerinden birisi lise çağıdır. Verilen eğitim kurulan arkadaşlıklar yaşama dair atılımlarınız… Hemen hemen hepsi bu dönemde geçiriyorsun. Ben bu dönemi geçiremediğim için çok üzülmüştüm hatta bunu kitaplarımda altı çizili şekilde anlattım.
Ersin, neden yazıyorsun? Seni buna iten nedir?
Yazarlık benim içinde sürpriz oldu. Liseye normal gidemedim fakat Açık öğretim lisesine başvurdum ve normalinden bir dönem önce tüm kredimi bitirerek mezun olmuştum. 2007’nin son aylarında evime internet bağlanınca adeta ben kendimi yeniden hatırladım şöyle ki ben kasılmamdan dolayı görünüm olarak insanların ‘garip’ karşıladığı biriydim. Fakat internette kendimi yazarak daha rahat ifade edebildiğimi fark ettim. Çeşitli sosyal medya adreslerinde düşüncelerimi iletirken sevgili Mehmet Coşkundeniz ‘sen kitap yazmalısın sende yazar ışığı var’ demesi ile yazarlık serüvenim başladı. Tabii ki bende yazma yeteneğimi fark etmem uzun sürmedi. Neden yazıyorum? soruna gelince insanların çoğu hayatın koşturmasından yaşamın kıymetini anlamıyorlar ben onlara yazdıklarım ile ‘bir dakika Ersin bizim gibi koşamıyor bizim gibi dışarı çıkıp gezip eğlenemiyor fakat hayatın temelinde olan her saniyesini en iyi şekilde değerlendiriyor’ düşüncesini kafalarına vura vura anlatıyorum. İşte bu yüzden kitaplarımı yazıyorum.
İlk biyografin “Engelsizsiniz”i kaleme alırken seni en çok zorlayan veya en çok mutlu eden anı hangisiydi?
İlk kitabımı yazarken en çok zorlayan şey tahmin edeceğiniz gibi yazarlık konusunda hiçbir eğitim almamıştım ve ben dedim ki bu kitap benim temel taşım en güzel şekilde yazıp teslim edeceğim. Birkaç deneme yazıp yolladım Mehmet ağabeyime o denemelerde başarılı olunca devamı da geldi. Yaklaşık bir sene de yazdım ve adını en son koydum. Ben kitaplarımın ismini en sonunda buluyorum. Bu kitapta beni zorlayan şey daha önceden bir tecrübem olmamasıydı. İnsanların yazdıklarımı nasıl karşılayacaklarını merak ediyordum. Yazarken en mutlu olduğum olay ise arkadaşlarım olan iletişimimi yansıtmamı gösterebilirim. Onlarla özel bir bağım var ve hala o bağ beni hayata sıkı sıkı bağlıyor.
İkinci kitabın “Engeller Sona Ersin”de hangi yeni bakış açılarını paylaşmak istediniz? Okurun bu eserden almasını umduğun temel mesaj nedir?
İlk kitabım çok büyük ilgi gördü gerek sosyal medyada gerekse görsel medyada Ersin Ata ismi yavaş yavaş zihinlerde yer etmişti. Daha sonra devamını yazmamı istediler. Bu kitapta daha çok kendi duygularımı yazdım. Yani Ersin Ata’nın da toplumda saygın bir yere oturduğunu yansıtmak istedim. Bunu da başardığımı düşünüyorum. Engelli bir birey olsam da engeli olmayan diğerleri gibi hayatın getirdiği tüm iyi veya kötü olayların başıma geldiğini anlatmaya çalıştım. Okurum da bu mesajı doğru şekilde aldığını düşünüyorum.
“Sen Her Şeye Değersin” ile kurguya yöneldiğinizde yazma tarzınızda ve ilham kaynaklarında nasıl bir değişim oldu?
Evet, gelelim üçüncü kitabıma artık yazma işini tam anlamı ile kavradığımı düşündüm ve kendi hayal dünyamı okurlarım ile paylaşmak istedim. Romana başlamadan önce birçok kişiyle iletişime geçtim. Sonunda ‘işte bu benim kahramanım’ dediğim biri çıktı karşıma kendisi daha yaşamının başında voleybolcu olmayı hayal ederken aniden geçirdiği bir kaza sonucu hayatını tekerlekli sandalye ile sürdürmek zorunda kalan ‘Güneş’ ile tanıştım. Tabii ki romandaki ismi ile hitap ediyorum. Güneş ile konuşurken ondaki o saflığı temizliği görünce ‘sen tam aradığım karaktersin’ dedim ve yazmaya başladım. Yazarken Güneş engelli okçuluk okuluna başlamıştı. Bende hikâyeyi o tarafa doğru kurguladım. Ve çok ilginç bir şekilde ben yazdıkça Güneş okçulukta milli takıma seçildi hatta ülkemizi paralimpik oyunlarında temsil etti ve etmeye de devam edecek gibi görünüyor. Bu bakımdan kendisi ile gurur duyuyorum. Eğer bir gün kitaplarım sinema filmi olacaksa Hüseyin İlker Duman’ın kurgulaması ile tüm dünya da ses getiren bir sinema filmini hayal ediyorum. Bu bir gün olacak ama belki 1 belki 50 belki 100 sene sonra ama olacak inanıyorum!
Televizyon programları, seminerler ve konferanslarda engellilik farkındalığı yaratıyorsun. Sahne deneyimlerinden öğrendiğiniz en önemli ders nedir?
Sahne deneyimlerimden öğrendiğim en önemli ders, insanların kalbine ulaşmanın en etkili yolunun samimiyet olduğunu fark etmem oldu. Ne kadar içten konuşursam, yaşadıklarımı ne kadar dürüstçe paylaşabilirsem, o kadar çok insana dokunabiliyorum. Engellilik hakkında bilgi vermek önemli ama bir yüreğe dokunmak, bir bakışı değiştirmek, bir önyargıyı kırmak çok daha değerli. Sahnedeyken sadece konuşmuyorum, aynı zamanda görünmeyeni görünür kılıyor, topluma aynayı tutuyorum. Bu aynaya cesaretle bakan her birey, sadece engellilere değil, kendine ve insanlığa dair bir şeyler öğreniyor.
Sosyal medyada yürüttüğün #serebralpalsininfarkindayiz gibi kampanyaların toplumsal farkındalığa katkısını nasıl değerlendiriyorsun? Gelecek planlarınız arasında neler var?
#serebralpalsininfarkindayiz gibi kampanyalar sayesinde sadece engellileri değil, onların ailelerini, öğretmenlerini, hatta hiç tanımadıkları insanları bile bilinçlendirebiliyoruz. Bu kampanyalarla hem farkındalık yaratıyor hem de “yalnız değilsiniz” mesajını veriyoruz. Bir paylaşım, bir yorum, bir beğeni bile bazen birinin hayatında büyük bir değişimin başlangıcı olabiliyor. En önemlisi de şu: Toplumsal değişim önce farkındalıkla başlar. Ben de yazdıklarımla, kampanyalarımla ve kalbimle bu değişimin bir parçası olmaktan gurur duyuyorum. Gelecekteki planlarım arasında daha çok kitap yazmak daha çok medyada ses getirmek ve en önemlisi toplumda biz engellilerin şans verilirse neleri başarabileceğini göstermeye devam etmek istiyorum.
Son olarak, sence engelli ve engelsizi birbirinden ayıran şey nedir?
Asıl engel, bir insanda sevgi eksikliği, empati yoksunluğu ve önyargıdır. Bir kişi yürüyemeyebilir ama hayalleriyle dünyayı dolaşabilir. Diğeri sapasağlam olabilir ama içindeki sevgiyi gösteremiyorsa, işte asıl engel odur. Benim gözümde engelli, hayatın içinde var olma mücadelesi veren değil; başkalarının onu yok saymasına rağmen var olmaya devam edendir. Engelsiz olmaksa sadece yürüyebilmek değil, yüreğiyle görebilmek ve hissedebilmektir.
Bu doyurucu sohbet için çok teşekkür ederim. Yeni kitabından sonra tekrar görüşmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Tabi imzalı bir kitapta…
Ben teşekkür ederim en kısa zamanda diyelim.