DOLAR 32,3400 % -0.07
EURO 34,8790 % 0.06
STERLIN 40,6534 % 0.01
FRANG 35,7427 % 0.57
ALTIN 2.393,53 % -0,14
BITCOIN 63.477,97 0.83

FORMULA1’İN SCHUMİ GERÇEĞİ

Yayınlanma Tarihi : Google News
FORMULA1’İN SCHUMİ GERÇEĞİ
0

1998 yılı ile birlikte Formula1’le görsel ilişkim başladı. Ondan öncesinde televizyonda spor haberlerinden daha doğrusu futbol haberlerinden arta kalan sürede sadece 5-6 saniye kadar tek bir cümle olacak şekilde haberlerini dinliyordum ya da 90’ların Müge Anlı’sı olan, Ayşe Özgün’nün, tuhaf konuşan çocuklarının sunduğu, genellikle geriden gelen röportaj ve haberlerin olduğu motor sporları programlarını izlerdim. Ama 98 sezonu başlamadan önce Michael Schumacher’i de genel olarak biliyordum.
Sadece 97’deki olay ve öncesi hakkında derinlemesine bilgim azdı. O boşluklar ve sonrası, internet-sosyal medya ikilisi sayesinde tamamlandı.

Schumi-Hakkinen rekabetini bizzat izledim ve kabul etmek zorundayım ki; F1 tarihindeki bir Prost-Senna rekabeti kadar destansı değildi çünkü Kızıl Baron ve Uçan Finli eşit güçte ve yetenekte değildi.
Nitekim Schumi, kötü araçla bile yarış kazanabilen, 96, 97 ve 98’deki gibi şampiyonluk mücadelesi verebilen bir pilotken, Hakkinen iyi araçla bile bocalayabilen bir pilottu.
Disiplinli Alman, yarış stratejisi de yapabildiği için polü almak onun için çok da önemli değilken, McLaren takımı yeri geldiğinde Hakkinen’i takım arkadaşına karşı korumuştu. Uçan Finli, genelde ilk çizgilere bağımlıyken, Kızıl Baron, taktik ve teknik pilottu.
Tüm bunlara rağmen 98, Uçan Fin’in oldu. 98 Spa ve Japonya, Kızıl Baron’u yıkan yarışlardı ve Ferrari’si de iyi değildi.
Schumacher, 96’da Ferrari’ye geldiğinden beri şahlanan at logolu markayı sırtında taşıyandı; İtalyan takımından kırmızı bir illüzyon yarattı ve Ferrari’den ayrıldığında takımdan fersah fersah büyük oldu. Şu an bile onun mirasını yiyor.
Kızıl Baron, Ferrari takımına 96 yerine 97’de gelseydi, F1’de şampiyonluk üçlemesini çoktan yapmış olurdu. Gerçi o zaman da belki 96 İspanya Gp’sinde, yine kötü bir Ferrari ile kazandığı “Yağmurun ustası” ünvanını kazanamayabilirdi.
Schumacher, çıktığı ilk yarışta, daha önce hiç yarışmadığı bir piste vasat bir araçla yaptıklarıyla adından söz ettirmiş bir pilottu. Tıpkı kendi zamanlarının ötesine geçmiş tüm diğer şampiyon pilotlar gibi.

99’daki kazanın ardından 2000’lerde Schumacher’in, Schumi’ye dönüşümünü gördüm. Ama belki de o kaza olmasaydı 99’dan itibaren bir Schumi’yi görebilirdim.
2006’da, Japonya’da o motor patlamasaydı belki de emekliliğinden önce son bir şampiyonluk üçlemesine girebilirdi.

2006’daki o tartışmalı emekliliği ve ardından gazozuna yarışır gibi geri döndüğü zamanı bir kenara atarsak; Kızıl Baron’u, Schumi yapan neydi?

Kırmızı tulum ve sarı tenin, karizmatik duruşuyla birleşimi mi? Formula1’in romantik markası Ferrari’ye gelip, onu sırtlayıp şampiyon olması mı? Kupa törenlerinde milli marşlar eşliğinde tempo tutması mı? Yoksa hepsinden öte bir başka özellik mi?

Ama tüm bunlardan önce Schumi’yi sevenlerin ve sevmeyenlerin nedenlerini bir sorgulayalım. Çünkü sorgunun sonunda gelecek olan cevap bütün soruları kapsayacak bir cevap olacak.

Schumacher’i sevmeyenlerin birinci savı, Senna’nın ölümüne sebep olduğudur.
Öncelikle bu sporun ruhunda kazanmanın birincil öncelik olduğunu herkes bilir; sonuçta kimse ikinci olmak için bir yarışa çıkmaz. Hele ki dünya şampiyonluğunu kovalarken.
Senna’nın ölümüne sebep olan yarışta Schumi’nin yerinde tarihten herhangi bir pilotu ya da Sünger Bob’un arkadaşı Patrick’i koysanız, Senna’yı geçmek için baskı yapacaktı. Nitekim sporun ruhunda hatta insanın doğasında rekabet ve kazanma hırsı var.
Öte yandan Schumi’nin 94’teki aracının legallğinin tartışılması bir yana, ceza alması diğer bir yana, o yıl Schumi takım arkadaşına(Max’ın babası olan Verstappen’e) bile fark atıyordu; üstelik takım arkadaşı sadece Schumacher’in değil diğer takım pilotlarınında gerisinde kalmıştı.
Yani eşit şartlardaki arkadaşı bile ondan gerideydi. Bu durumda dönemin genç Alman’ına yeteneksiz olduğunu söylemek biraz haksızlık olmuyor mu? Başarısına gölge düşürmek doğru oluyor mu?
Ayrıca 94 sezonunun son yarışında olanların bir benzerini, Prost-Senna arasında görmedik mi? Bu durumda şunu söylememiz gerekmiyor mu?“Kazanmaya giden yolda her şey mübahtır!“ Nitekim bunu Hamilton ve Vettel arasında da yakın tarihte gördük.
Yıpratıcı bir sporda kazanmak her şeyse o zaman o son hamleyi siz olsaydınız yapmaz mıydınız?
Açıkçası ben de yapardım. Sizde…

1997’ye gelecek olursak, oradaki çarpma hiçbir şeyi değiştirmedi. O kötü Ferrari’yle son yarışa kadar mücadele etmesi Schumacher için başarı, o sezonun şampiyonu Villeneuve  için büyük bir ayıptı. O sezon Kızıl Baron’a verilen ceza çok acımasız bir karardı. İnsan doğası incelendiği zaman Schumi’nin yaptıklarının hiçbiri yanış değil; kazanmanın kirli bir de tarafı var her daim. Kazanmak tam budur; sonuçlarına katlanmak bazen çok yıkıcı olsa bile. O sezon biri ceza alacaksa o Ferrari olması gerekiyordu  Alman’a kötü bir araç verdiği için.

Michael Schumacher’i bence Schumi yapan olgu hırsıydı. Pes etmek nedir bilmeyen, istikrar abidesi, savaşçı bir karakterinin olmasıydı; disiplini de onu zirveye taşıdı.
Bu özellikler F1 tarihinde çok az pilotta var. Alonso, Hamilton, Senna, Prost, Fangio ve Lauda’da.
Bir Raikkonen, bir Button açıkçası bu özelliklere sahip pilotlar değil. Bana kalırsa Vettel’de de böylesi bir mental dayanıklılık yok. Gerçek bir şampiyonda olması gereken en büyük güçlerden biri mental dayanıklılıktır ve o da Schumi’de karizmayla birlikte bolca vardı.

Schumacher, gerek pist üzerinde gerekse pist dışında da özel ve üstün bir insandı. Formula1 tarihinin çoğu küçük şampiyonunun aksine koca bir şampiyondu; çünkü o kazanmanın tek seferlik değil çok seferlik bir olay olunca anlamlı olduğunu gösterdi. Michael Schumacher, kazandığı birinciliklerin, olduğu şampiyonlukların ötesinde Formula1’i dünyaya tanıttı ve sporu ileri taşıdı.

Hüseyin İlker DUMAN

YORUM YAP