DOLAR 32,4504 % -0.15
EURO 34,8290 % -0.66
STERLIN 40,7959 % -0.56
FRANG 35,5088 % -0.41
ALTIN 2.438,67 % 0,10
BITCOIN 63.878,86 1.572

MÜHÜRLENMİŞ ZAMAN

Yayınlanma Tarihi : Google News
0

Hayatı yaşamak da film gibidir. Hani hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçti deriz. Herkes kendi hayatını anladığı gibi yaşar. Hem okuduklarından hem de etrafında olup bitenden ve önem verdiği insanlardan etkilendiği biçimde yaşar. Birimizin dolu dolu yaşıyorum şeklindeki ifadesi diğerine anlamsız görünebilir. Tıpkı Andrey Arsenyeviç Tarkovski gibi.
Tarkovski, Sovyet-Rus film yönetmeni, senarist ve film kuramcısıdır. Tüm zamanların en büyük ve en etkili film yönetmenlerinden biri olup yavaş ve şiirsel sinemanın önde gelen isimlerindendir. 4 Nisan 1932 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde doğdu, 29 Aralık 1986 tarihinde Paris’te hayata veda etti. Sergei Eisenstein’den sonra adı en çok duyulan Sovyet sinemacılardan biri olan Andrey Tarkovsky, ünlü şair Arseniy Tarkovsky’nin oğludur.
En önemli Sovyet sinemacılarından olup yaşadığı dönemde olduğu gibi bugün de pek çok yönetmene ilham vererek kamerasıyla şiir yazan adam olarak bilinen Tarkovsky’nin filmlerine Youtube’dan ulaşılabiliyor. Dini değerlere dayanan filmler yaptığı ve Sovyet ideolojisine karşı geldiği düşünülen filmler yaptığı gerekçesiyle sürgün edilen Tarkovski uzun bir dönem İtalya’da yaşamıştır.
Ayna, Andrey Tarkovsky kendi hayatı üzerinden aşk, bağlılık, anılar ve hayata dair pek duygu ve olguyu gözler önüne sererek yönetmenliğini yaptığı 1975 yılı yapımı bir film. II. Dünya Savaşı öncesini anlatan film ormanın içinde bir kulübede geçiyor. Filmde Tarkovsky’nin eski eşi, annesi, babası, kendi hayatı ve ebeveynlerinin kuşakları arası bir yolculuğuna çıkılıyor.
Tarkovski Zerkalo’yu “kadınlar ve çocukları birleştiren bir adamı konu alan bir film” olarak tanımlamıştı. Bu adam, savaşa gitmesi nedeniyle ailesinden uzak kalan baba figürünü temsil eder. Tarkovski’nin babasının şair olması sebebiyle bunun, filmin sayısız otobiyografik ögelerinden kendini en yoğun biçimde hissettireni olduğunu görüyoruz. Zerkalo’nun şiirsel tonu daha çok imajlar ve ortam sesiyle yaratılmış olsa da, dış ses olarak duyulan ve bizzat babası tarafından kaleme alınmış şiirler de bu tonun yaratımında oldukça etkilidir.
Baba Arseniy Tarkovsky’nin bir şiirinden alıntı:
Ben insanım, ben orta yerindeyim evrenin,
Ardımda sayısız tek hücreliler, önümde sayısız yıldızlar,
Ben arasında bunların uzandım dosdoğru,
İki kıyıya bağlayan deniz, iki uzayı birleştiren köprü,
Tarkovski, Ayna filmiyle yıllarca birlikte çalıştığı görüntü yönetmeniyle bile ters düşer. “Ayna filmi ile kendimden değil, bana yakınlığı insanlara olan duygularımdan, onlarla olan ilişkilerimden, hiç tükenmeyecek anlayışımdan, ama aynı zamanda onlara karşı işlediğim ve hiçbir zaman düzelmeyeceğini düşündüğüm günahlarım ve başarısızlığımdan söz etmek istemiştim” diyerek duygularını ifade eden Tarkovski 1979 yılında İz Sürücü isimli filmi çektikten sonra, Sovyetler’de bir daha film yapamamış, son iki filmini İtalya ve İsveç’te çekmek zorunda kalmıştır.
Tarkovski filmden sonra o kadar çok mektup alır ki… Bu mektuplar birbirine çok zıt mesajlar içerir. Kimi övgülerle kimi de yergilerle doludur. İnsanlar bazen kendilerinden, hayatlarından ip uçları bulurlar bazen de aradıklarını bulamamaktan öfkelidirler. Öyle ki acımasız eleştirilerde kendilerine haklılık payı bile çıkarırlar.
Tarkovski bu konuları şöyle dile getiriyor:
“Elbette moralime iyi gelen mektuplar da almıyor değildim. Gerçi bunlar da çalışmamın hiçbir şekilde anlaşılmadığını vurguluyor ama, en azından perdede olup bitenlerden bir şeyler anlama gayretini gösterenler de var. Bu seyirciler mesela şöyle yazıyorlardı:”
-Şuna inanıyorum ki Ayna’nızla baş edemeyip son çare olarak yardımınızı dileyen ne ilk ne de son kişiyim. Tek tek epizodlar şeklinde ele alındığında film çok güzel. Ama bunları birbirleriyle nasıl birleştireceğiz?
Leningrad’dan başka bir kadın seyircinin mektubu:
-Filme nasıl yaklaşacağımı bir türlü bulamadım, hem içerik hem de biçim olarak bana hiçbir şey anlatmıyor. Bunun sebebi nedir? Sinema konusunda hiç de cahil sayılmam… lvan’ın Çocukluğu ve Andrcy Rublov adlı eski filmlerinizi de izledim. Her şey açıktı. Aynı şey, bu film için kesinlikle söylenemez… Bence her gösteriden önce, seyirci onu bekleyen şeye hazırlanmalı. Yoksa kendini çaresiz ve yetersiz hissetmekten kaynaklanan bir bıkkınlığın o yavan tadı kaplıyor içini. Sayın Andrey! Mektubuma cevap verecek durumda değilseniz, lütfen, sizden rica ediyorum, bu film hakkında bir şeyler okuyabileceğim kaynaklan bildirin, hiç değilse!…
Bilimler Akademisi Fizik Enstitüsü çalışanlarından biri, enstitünün duvar gazetesinde çıkan şu yazıyı göndermiş Tarkovski’ye:
-Tarkovski’nin filmi Ayna, bütün Moskova’da olduğu gibi Bilimler Akademisi Fizik Enstitüsü’nde de büyük ilgi topladı. Filmin yönetmeniyle şahsen tanışma isteğini, ne yazık ki çok az kişi gerçekleştirebildi. Tarkovski’nin filmsel malzemeyle nasıl olup da felsefi açıdan bu denli derin bir yapıt ortaya çıkarabildiğini kavramakta güçlük çekiyoruz. Sinema seyircisi alışmıştır, gittiği filmde bir öykü, bir eylem, kahramanlar ve genellikle bir ‘mutlu son’la karşılaşmayı bekler. Tarkovski’nin filmlerinde de bu tür unsurlar arıyor, sonra da hayal kırıklığı…
Tarkovski filmlerinin etkisinden henüz kurtulamamış seyircilere rastladığında gerçekte niçin çalıştığını daha iyi kavradığını söylüyor. O, bir sanatçının yalnızca kendisi için bir şeyler yaratabileceği düşüncesini hiçbir zaman kabullenemedi. Bir eserden, sanatçının kendisinden başka hiç kimsenin yararlanmayacağı inancında olmadı.
Gorki’den bir kadın seyirci şöyle yazmıştı:
– Ayna için çok teşekkürler. Her şey, aynen çocukluğumdaki gibi … Bunu nasıl öğrenebildiğinizi merak ettim doğrusu. O zaman da tıpkı böyle bir rüzgar, böyle bir fırtına esmişti… ‘Galka. Kediyi dışarı at!’ diye bağıran bir büyükanne… Karanlık bir oda, gaz lambası da sönmüştü… Ve anne yolu gözlemekten sıkışan ruhlar… Çocukta bilincin uyanması, filminizde ne ele güzel anlatılıyor!… Tanrım, her şey ne kadar da doğru! Gerçekten de annelerimizin yüzlerini tanımıyoruz. Ve her şey ne kadar da yalın, ne kadar doğal. Biliyor musunuz, o karanlık sinema salonunda, yeteneğinizin ışıklandırdığı bir perde parçasına bakarken, hayatımda ilk kez yalnız olmadığımı hissettim.
Usta yönetmenin filmlerine kimsenin ihtiyaç duymadığı, kimsenin hiçbir şey anlamadığı o kadar çok başına kakılmıştı ki, bu tür itiraflar adeta ruhunu ısıtırdı.
Leningrad’dan bir işçi şöyle yazmıştı:
-Mektubumun sebebi, Ayna. Hakkında söz söylemeye bile cüret edemediğim, ama içinde yaşadığım bir film bu. Dinleme ve anlama yeteneği çok değerlidir. Bir kez olsun, aynı şeyleri hissetmeyi başarabilen iki insan birbirini hep anlayacaktır. Bunlardan biri buzul, diğeri isterse atom çağında yaşamış olsun fark etmez. Tanrım, insanların hiç değilse en temel insani dürtülerini -hem kendilerinin hem ele başkalarının- anlayıp duyabilmelerini sağla!
Seyircileri onu savunup yüreklendirirler:
-Bu mektubu, kimi dostum, kimi tanıdığım olan çeşitli mesleklerden seyircilerin ricası üzerine, hepimiz adına yazıyorum. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, yeteneğinize hayran olanların ve sinemalarda gösterilen “filmlerinizi seyredenlerin sayısı Sovyetski Ekran dergisinde yayınlanan istatistiklerin çok daha üstünde. Gerçi bunu kanıtlayamam, çünkü bugüne kadar dost ve tanıdık çevremden hiç kimse bu tür anketlere katılmamıştır. Ama sinemaya giderler. Fazla sık değil, ama giderler işte. Özellikle de Tarkovski’nin filmlerini tercih ederler. Ne yazık ki, fazla filminiz yok.
Nobosibirsk’den bir kadın öğretmen:
-Bu mektubu size; mesleği gereği -radyo teknisyeni- sanattan uzak, ama sinemayla yakından ilgili, çoktan emekli olmuş yaşlı bir insan yazıyor. Filminiz beni çok sarstı. Siz hem çocukların hem de yetişkinlerin duygu dünyasına nüfuz etme yeteneğine sahipsiniz; bizi saran dünyanın güzelliklerine gözlerimizi açıp, bu dünyanın sahte değerlerini değil, asıl değerlerini gösterme yeteneğine… Her şeyi dillendirip her ayrıntıyı simgeleştirebiliyorsunuz, elinizdeki az malzemeyle felsefi genellemelere varıyor, her bir plana ayrı bir şiirsellik, bir müzik katıyorsunuz… Bütün bunlar yalnız ve yalnız size özgü özellikler…
Ve bir yazı daha:
-Bugüne dek herhangi bir yönetmen ya da yazarla izlenimlerimi paylaşmayı hiç düşünmedim. Ama şimdi çok özel bir durum söz konusu: Bu film, ruhunu ve düşüncesini, huzursuzluk ve kibirli görüşler yükünden kurtararak insanı dilsizlik lanetinden azat ediyor. Filminizin tartışıldığı bir toplantıya katılmıştım. Fizikçisi, edebiyatçısı, hepsi aynı görüşteydi: İnsancıl, dürüst ve gerekli bir film; yazarına teşekkür borçluyuz. Tartışmada söz alan tek tek herkes şöyle dedi: “Bu film beni anlatıyor!”
Bir işçi kadın bana şöyle yazmış:
-Filminizi bir hafta içinde tam dört kez seyrettim. Sinemaya gitmekteki tek amacım, filmi seyretmek değildi. Birkaç saat olsun gerçekten yaşamak, hayatı, gerçek sanatçılar ve insanlarla paylaşmaktı isteğim… Her şeyi; bana acı veren, eksikliğini duyduğum, özlemini çektiğim her şeyi, beni bunaltan ya da sevindiren, beni mahveden veya bana yaşama gücü veren her şeyi filminizdeki bir aynadan izledim. Benim için ilk kez bir film gerçekliğin ta kendisi olmuştu. İşte tam da bu yüzden gidip gidip filmi seyrediyorum, çünkü onunla ve onda yaşamak istiyorum.
Ve tüm bunların üstüne Tarkovski’nin duyguları: “Bundan daha büyük bir övgü olabilir mi? Filmlerimi çekerken gözden kaçırmamaya çalıştığım tek hedef, kendi bakış açımı başkasına zorla kabul ettirmeye kalkışmadan, olabildiğince dürüstlük ve tutarlılıkla kendimi anlatmaktı. Sonra insan bir bakıyor, yalnızca kendine ait olduğunu sandığı hayat anlayışı başkalarınca da paylaşılmakta, o güne kadar hiç dile getirilmemiş ama tam anlamıyla özgün bir şey olarak; tabii ki bu, çalışmalarında insana muazzam bir teşvik sağlıyor. Bir kadın, kızından aldığı mektubu bana yollamıştı. Öyle sanıyorum ki, bu mektupta bütün yaratıcı eylem ve bu eylemin iletişimsel işlevi ve imkanı, şaşılacak derecede kapsamlı ve duyarlı biçimde dile getirilmiştir.”
-“Bir insan kaç sözcük bilebilir ki?” diye soru yöneltiyor kız, annesine: Günlük konuşmada kaç sözcük kullanıyoruz ki? Yüz, iki yüz, üç yüz? Duygularımız sözcüklere bürünür; sözcüklerle acıyı, sevinci, iç dünyamızda olup bitenleri dile getiririz, yani aslında dile getirilemez şeylerin hepsini sözcüklerle aktarmaya kalkışırız. Romeo, Juliet’e harikulade sözler söylemişti, son derece parlak ve güçlü. Ama bu sözler, yüreğinden taşan duyguların acaba yarısını olsun ifade edebiliyor muydu? Kendi nefesini kesen, juliet’inse aşktan başka bir şey düşünmemesine yol açan bütün o duyguları? Anlaşmanın bambaşka bir dili, başka bir şekli daha var: Duygular ve görüntüler… Bu tür bir iletişimle ayrılıklar aşılır, sınırlar yıkılır, istekler, duygu ve taşkınlıklar, bugüne kadar aynanın her iki tarafında, kapının önünde ve arkasında durup kalmış olan insanlar arasındaki engelleri alıp götürür… Beyazperdenin çerçevesi genişler, o güne kadar bize kapalı bir dünya serilir önümüze, bu dünya artık yeni bir gerçekliktir. Bütün bunlar sadece küçük Aleksey’in aracılığıyla olmaktan çoktan çıkmıştır: Artık doğrudan Tarkovski’nin kendisi, perdenin öte tarafında oturan seyirciye seslenmektedir. Artık ölüm yok, ama ölümsüzlük var. Zaman tek ve yok edilmez bir birimdir. Tıpkı şiirde dendiği gibi: “Tek bir masa, dedeler ve torunlar için… ” Bu filme başka açılardan da yaklaşmak mümkün; ben daha çok duygusallığı seçtim. Sen nasıl buldun? Lütfen bana yaz…
Özellikle eylemsizliğe mahkum edildiği o uzun dönemde oluşan bu kitapla amacı kimseye bir şey öğretmek ya da kendi bakış açısını zorla kabul ettirmek değildi Tarkovski’nin. Kitabının bir tür benlik arayışı olduğunu, kapsamlı, bağımsız bir benlik olduğunu söyler.
Tarkovsky, uluslararası sinemada, 1962 yapımı olan ilk uzun metrajlı İvan’ın Çocukluğu filmi ile Venedik Film Festivali’nde büyük ödül kazandı. II. Dünya Savaşı yıllarında on iki yaşında bir casusun öyküsünü anlatan bu ödüllü film, ikinci yapımı için elbette büyük bir beklenti oluşturdu.
Yönetmenin ikinci filmi, 1966 yapımı olan ünlü ikona ressamı Andrey Rublyov’un hayatından esinlenip Orta Çağ Rusya’sının gerçekçi tasvirlerini sunar. Bu şaheser, ilk gösteriminde sansürlenip 39 dakika kısaltılmıştır. Film, biyografiden ziyade, sanatın özü, inancın önemi ve ikiyüzlülük temalarıyla öne çıkıyor. Diğer taraftan, film aynı zamanda, zulüm ve teknoloji karşısında sanatsal özgürlüğün dile getirildiği bir manifesto özelliği de taşıyor. Cannes Film Festivalinde ödül almaması için kasıtlı yollara başvurulmuş, festivalin son günü sabah saat 04.00’de gösterilmesine rağmen bir ödül kazanmayı başarmıştır. Yönetmen bu filmi siyah-beyaz çekmeyi tercih etmiştir. Sadece ikonlar renklidir. Bunu tercih etmesinin nedenini ise insanların günlük hayatta renklere dikkat etmemeleri şeklinde açıklamıştır.
Yönetmenin 1975 yılında çektiği Zerkalo (Ayna) tekrar resmi engellere takılmıştır. Tarkovsky’nin kendi çocukluğundan kalma bazı anıları ile, kırklı yaşların sonundaki bir adamın çocukluğu, annesi ve savaş ile ilgili anılarında Sovyet halkına farklı bir bakış açısı sunan bu film yine pek çok resmi otorite tarafından yasaklanması gereken bir film olarak görülmüştür.
Bir sonraki film olan Stalker’in (İz Sürücü – 1979), ilk versiyonun bir laboratuvar kazası ile yok olmasının ardından, çok düşük bir bütçe ile yeniden çekmek zorunda kaldı. Filmde Tarkovsky sinemasının belirgin özellikleri olan; ağır ve uzun planlar, özenli kompozisyonlar, derin anlamlara sahip diyaloglar en güzel biçimde kullanılmıştır.
Bu filmi takip eden süreçte İtalya’da çekilen Nostalghia (Nostalji – 1983) Andrei Tarkovsky’nin sıla özlemini dışa vurduğu ve sürgünde çevirdiği ilk filmi olarak tarihteki yerini alır.
Son filmi Offret (Kurban – 1986)’in çekimleri İsveç’te, Ingmar Bergman’ın ekibi ile tamamlandı.
Aynı sene Cannes Film Festivali’nde tam dört ödül alarak festivale damgasını vurdu.
1990’da Tarkovsky’e “Sinema sanatına olağanüstü katkısı, evrensel insani değerleri ve hümanist düşünceleri olumlayan yenilikçi filmleri” sebebiyle Lenin Ödülü verildi.
FİLMLERİ
– Kurban (1986)
– Tempo (1983)
– Nostalji (1983)
– İz Sürücü (1979)
– Ayna (1975)
– Solaris (1972)
– Andrey Rublev (1969)
– İvan’ın Çocukluğu (1962)
– Silindir ve Keman (1960)
– Bugün Kimse İşten Çıkarılmayacak (1959)
– Konsantre (1958)
– Katiller (1958)
KİTAPLARI
– Mühürlenmiş Zaman
– Zaman Zaman İçinde
-Andrei Tarkovsky: Fedakarlığın Yapılışının Fotoğrafik Bir Tarihçesi

VGlK(1919): Rusya Federasyonu Devlet Gerasimov Sinematografi Enstitüsü, eski Sovyetler Birliği Devlet Sinematografi Enstitüsü, kısaca VGIK, dünyanın ilk film okuludur. Dünyada sinematografi eğitimi veren en eski enstitüdür. 1919’da Vladimir Gardin tarafından kurulmuş olup Moskova’dadır. Buradaki beş fakültede sinema ve televizyon için yerli ve yabancı uzmanlar eğitilmektedir.

KAYNAKLAR:
*Mühürlenmiş Zaman Kitabı. Andrey Tarkovski. (1985).
*https://tr.wikipedia.org/wiki/Andrey_Tarkovski. (Erişim Tarihi: 28.06.2023).
* https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sinemanin-ustasi-andrey-tarkovski-kimdir-1825603. (Erişim Tarihi: 28.06.2023).
* https://onedio.com/haber/andrei-tarkovsky-427052. (Erişim Tarihi: 28.06.2023)
* https://web.archive.org/web/20121112052431/http://www.cygnnet.co.uk/books/?id=4. (Erişim Tarihi: 28.06.2023).
*https://www.sinemalar.com/film/35120/the-mirror. (Erişim Tarihi: 28.06.2023).
*https://www.beyazperde.com/filmler/film-1822/. (Erişim Tarihi: 28.06.2023).
*https://altyazi.net/yazilar/elestiriler/ayna-tarkovski-kendine-bakarken/(Erişim Tarihi: 28.06.2023).
*https://filmloverss.com/ayna-zerkalo/. (Erişim Tarihi: 28.06.2023).
* https://youreads.net/baslik/zerkalo-andrei-tarkovsky-10787. (Erişim Tarihi: 28.06.2023).
*https://www.sinemalar.com/film/35120/the-mirror. (Erişim Tarihi: 28.06.2023).
*https://medyascope.tv/2020/06/29/andrey-tarkovski-stalker-kamera-arkasi-goruntuleri-1977/.(Erişim Tarihi: 28.06.2023).
*https://www.imdb.com/name/nm0001789/. (Erişim Tarihi: 28.06.2023).

https://alisacicekakyol52025.blogspot.com/2023/07/muhurlenmis-zaman.html Alisa Çiçek AKYOL (Erişim Tarihi: 03/07/2023)

YORUM YAP