Tarihin Türk Mührü

KÜLTÜR SANAT 24.12.2025 - 21:22, Güncelleme: 24.12.2025 - 21:22
 

Tarihin Türk Mührü

Oysa Türk milletinin hikayesi, M.Ö. 2000’li yıllara, Çin kayıtlarının başladığı o ilk dönemlere kadar uzanan yaşayan bir destandır.
Tarihin Türk Mührü Tarihin Türk Mührü: Bozkırdan Modern Kentlere ​Tarih, bazen tozlu raflarda unutulan bir kronolojiden ibaret sanılır. Oysa Türk milletinin hikayesi, M.Ö. 2000’li yıllara, Çin kayıtlarının başladığı o ilk dönemlere kadar uzanan yaşayan bir destandır. Çinliler, ufukta kurt başlı sancakları ve harlanan ateşleri gördüklerinde anlarlardı ki; gelenler Türklerdi. Altay Dağları’nın eteklerinde altını işleyen, Baykal Gölü’nün serinliğinde doğayı selamlayan o ruh, bugün modern dünyamızın temel taşlarını döşemiştir. ​Pantolondan Medeniyete: Türk İmzası. ​Bugün modern dünyada giydiğimiz pantolondan cekete, kaftandan tuniğe kadar pek çok kıyafetin kökeninde Türklerin bozkır hayatındaki pratik zekası yatar. Sadece kıyafet mi? Hayır. Çin medeniyetinin mimarlarından Konfüçyüs’ün dahi Türk kökenli bir aileden geldiği, onun öğretilerindeki derin disiplinin bu köklerden beslendiği tarihçilerin hala tartıştığı, heyecan verici bir gerçektir. ​Dünya tarihi Türkler olmadan yazılamaz. İlk yazılı belgelerimizdeki o 38 harf (29+9), aslında bir milletin var oluş çığlığıdır. Ancak ne acıdır ki; tarih boyunca birileri hep "Türk" kelimesini unutturmaya, Doğu’nun zenginliğini ele geçirip tarihi yeniden yazmaya çalışmıştır. Fakat unutulan bir şey var: Türklük sadece etnik bir kimlik değil; bir kültür, bir yaşam tarzı ve Yörük ateşi gibi sönmeyen bir ruhtur. ​Yörüklük Bir Hayat Tarzıdır. ​Yörük; yaylada yazlayan, kışın sahile inen, doğanın diliyle konuşan özgür insandır. Kültürümüzün herşeyin mayasıdır. Notlarımız arasında geçen o küçük anekdot gibi; bazen ezberlediklerimiz bizi ayakta tutar ama "oturunca ne okuyacağını" bilememek, hayatın pratiğinden kopmamak gerektiğini hatırlatır bize. Türklük de böyledir; hem kadim bir gelenek hem de sürekli değişen, gelişen bir devinimdir. Dün olduğu gibi,​Cumhuriyet’in Aydınlık Kadınları, bu devinimin en büyük meyvesi hiç şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti’dir... Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir” sözü, boşuna söylenmiş bir iltifat değildir. Bozkırın at binen, ok atan kadınlarından; bugünün kentlerini yöneten kadın başkanlarına uzanan muazzam bir yolculuğumuz var. ​1930’da Artvin Kılıçkaya’da ilk kadın belde belediye başkanı olan Sadiye Hanım ile başlayan, 1950’de Mersin’de Müfide İlhan ile taçlanan bu yolculuk; bugün Özlem Çerçioğlu’ndan Fatma Şahin’e, Filiz Ceritoğlu Sengel’den Elif Köse, Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay (Yeni rahmetli oldu)’ya kadar onlarca kadın başkanımızla devam ediyor. Onlar sadece şehirleri yönetmiyor; kentlerine bir annelik şefkatiyle, bir kadın titizliğiyle dokunuyorlar. ​Bilimde ve Tıpta Kadın Gücü ​Sadece yerel yönetimlerde mi? Hayır. Bugün üniversitelerimizde 10 binden fazla kadın profesörümüz, binlerce doktor öğretim üyemiz var. İlk kadın doktorumuz Safiye Ali’nin 1894’te İstanbul’da başlayan o zorlu eğitim yolculuğu, bugün on binlerce kadın hekimimize ışık tutuyor. Rakamlar gösteriyor ki; akademide kadın araştırma görevlilerimizin sayısı erkekleri geçmiş durumda (27.160 kadın). ​Sonuç Olarak... ​Tarihin derinliklerinde Altay Dağları’nda altın işleyen o eller, bugün ameliyathanelerde neşter tutuyor, belediye meclislerinde karar alıyor, kürsülerde ders veriyor. Dünyanın amacı Türk ismini unutturmak olsa da; biz üreterek, yöneterek ve tarihimize sahip çıkarak o meşaleyi yakmaya devam edeceğiz. ​Çünkü bu toprakların mayasında korku değil, "kurt ve ateş" vardır.                                                     Dilber KÖSE
Oysa Türk milletinin hikayesi, M.Ö. 2000’li yıllara, Çin kayıtlarının başladığı o ilk dönemlere kadar uzanan yaşayan bir destandır.

Tarihin Türk Mührü

Tarihin Türk Mührü: Bozkırdan Modern Kentlere
​Tarih, bazen tozlu raflarda unutulan bir kronolojiden ibaret sanılır.

Oysa Türk milletinin hikayesi, M.Ö. 2000’li yıllara, Çin kayıtlarının başladığı o ilk dönemlere kadar uzanan yaşayan bir destandır.

Çinliler, ufukta kurt başlı sancakları ve harlanan ateşleri gördüklerinde anlarlardı ki; gelenler Türklerdi.
Altay Dağları’nın eteklerinde altını işleyen, Baykal Gölü’nün serinliğinde doğayı selamlayan o ruh, bugün modern dünyamızın temel taşlarını döşemiştir.

​Pantolondan Medeniyete: Türk İmzası.
​Bugün modern dünyada giydiğimiz pantolondan cekete, kaftandan tuniğe kadar pek çok kıyafetin kökeninde Türklerin bozkır hayatındaki pratik zekası yatar.
Sadece kıyafet mi? Hayır.

Çin medeniyetinin mimarlarından Konfüçyüs’ün dahi Türk kökenli bir aileden geldiği, onun öğretilerindeki derin disiplinin bu köklerden beslendiği tarihçilerin hala tartıştığı, heyecan verici bir gerçektir.
​Dünya tarihi Türkler olmadan yazılamaz.
İlk yazılı belgelerimizdeki o 38 harf (29+9), aslında bir milletin var oluş çığlığıdır.

Ancak ne acıdır ki; tarih boyunca birileri hep "Türk" kelimesini unutturmaya, Doğu’nun zenginliğini ele geçirip tarihi yeniden yazmaya çalışmıştır.

Fakat unutulan bir şey var: Türklük sadece etnik bir kimlik değil; bir kültür, bir yaşam tarzı ve Yörük ateşi gibi sönmeyen bir ruhtur.
​Yörüklük Bir Hayat Tarzıdır.
​Yörük; yaylada yazlayan, kışın sahile inen, doğanın diliyle konuşan özgür insandır.
Kültürümüzün herşeyin mayasıdır.

Notlarımız arasında geçen o küçük anekdot gibi; bazen ezberlediklerimiz bizi ayakta tutar ama "oturunca ne okuyacağını" bilememek, hayatın pratiğinden kopmamak gerektiğini hatırlatır bize.

Türklük de böyledir; hem kadim bir gelenek hem de sürekli değişen, gelişen bir devinimdir.
Dün olduğu gibi,​Cumhuriyet’in Aydınlık Kadınları, bu devinimin en büyük meyvesi hiç şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti’dir...

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir” sözü, boşuna söylenmiş bir iltifat değildir.

Bozkırın at binen, ok atan kadınlarından; bugünün kentlerini yöneten kadın başkanlarına uzanan muazzam bir yolculuğumuz var.

​1930’da Artvin Kılıçkaya’da ilk kadın belde belediye başkanı olan Sadiye Hanım ile başlayan, 1950’de Mersin’de Müfide İlhan ile taçlanan bu yolculuk; bugün Özlem Çerçioğlu’ndan Fatma Şahin’e, Filiz Ceritoğlu Sengel’den Elif Köse, Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay (Yeni rahmetli oldu)’ya kadar onlarca kadın başkanımızla devam ediyor.

Onlar sadece şehirleri yönetmiyor; kentlerine bir annelik şefkatiyle, bir kadın titizliğiyle dokunuyorlar.
​Bilimde ve Tıpta Kadın Gücü
​Sadece yerel yönetimlerde mi?
Hayır.
Bugün üniversitelerimizde 10 binden fazla kadın profesörümüz, binlerce doktor öğretim üyemiz var.
İlk kadın doktorumuz Safiye Ali’nin 1894’te İstanbul’da başlayan o zorlu eğitim yolculuğu, bugün on binlerce kadın hekimimize ışık tutuyor. Rakamlar gösteriyor ki; akademide kadın araştırma görevlilerimizin sayısı erkekleri geçmiş durumda (27.160 kadın).
​Sonuç Olarak...
Tarihin derinliklerinde Altay Dağları’nda altın işleyen o eller, bugün ameliyathanelerde neşter tutuyor, belediye meclislerinde karar alıyor, kürsülerde ders veriyor.

Dünyanın amacı Türk ismini unutturmak olsa da; biz üreterek, yöneterek ve tarihimize sahip çıkarak o meşaleyi yakmaya devam edeceğiz.

​Çünkü bu toprakların mayasında korku değil, "kurt ve ateş" vardır.

                                                    Dilber KÖSE

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve siteye yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.