Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Remzi UYSAL
Köşe Yazarı
Remzi UYSAL
 

EGE’DE EFELİK VE EFE KÜLTÜRÜ…!

EGE’DE EFELİK VE EFE KÜLTÜRÜ…!   Ege’de efe ve zeybek kültürü olarak yerleşmiş ve efelere özgü raconları da vardı.   “Teşbihte kusur olmaz” denir ya; efe ve zeybek kültürüne göre “kalleşliğe, ihanete uğramak, sırtından vurulmak” deyimleri, bu topraklarda hâlen “kancıklanmak” olarak kullanılır.   Bu tabir, hainlik etmek, arkadan vurmak, sözünden dönmek anlamına da gelir. Bir efe ya da zeybek; yiğitliği, mertliği ve sözünde durmasıyla tanınır. Efe ve zeybekler için namus, söz, vefa en yüce değerlerdendi.   Kancıklık, yani ihanete bulaşmak, bu kültürde en ağır aşağılanmalardan biridir. Hatta bir efe için ölümden bile beter sayılırdı; çünkü “kancıklanmak”, yiğidin yiğitliğine gölge düşürmek demektir.   Beş yaşıma girmemiş ve atın üzerinde yalnız durmaya başlamadığım günlerdi.   Babamın atının terkisinde köy düğünlerine ve kurak geçen yaz aylarında komşu köylere yağmur dualarına giderdik. Bazı çarşamba günleri üç saat süren Susurluk yolculuğu, at terkisinde süren yolculukların en uzunu olurdu.   Beş yaşımda iken, Susurluk’a vardığımızda çok munis olan kısrağı yumuşak toprakta çişini yapıncaya dek gezdirir, sonra yakında bir çeşmede sular, daha sonra hanın ahırına bağlar, kafasına içi arpa ve nemlendirilmiş buğday kepeğiyle dolu torbasını başına takardım.   Sonra da köyler kâtibi olan babamı bulacağımı bildiğim hükümet konağına gider, bütün dairaleri sırası ile dolaşır, ortalığı kurcalardım.   Babam oralarda “Kanun İsmail” lakabı ile de tanınırdı. Babam, ileri yıllarda Susurluk’ta devlete karşı orman davası kazanmış tek kişi idi. Öyle ki; babam bu orman davasını “devletle dövüşülmez” deyip vekil olacak avukat bulamadığı gibi, bir avukat babama: “Sen bu davayı kazan, sana cübbemi vereceğim” dahi demişti.   At sırtında süren yolculuklarda “İzmir’in Kavakları” şarkısını babamdan sıkça dinlediğim olmuştu.   İlk heyecanı babamdan mı almış oldum bilemem; zamanla Ege ve Efe kültürüne büyük ilgi duydum. Daha ortaokul yıllarında, gerek Balıkesir kent kütüphanesinden, gerekse ödünç aldığım veya satın alabildiğim kitaplar arasında efe romanları da vardı.   Bu nedenle, ilerleyen yaşlarda Ege ve Akdeniz’in sıcak kanlı, hırçın, isyankâr ruhlu adamlarının hayat hikâyeleri beni ilgilendiriyordu.   Okuduğum efe romanlarından ve hayat hikâyelerini dinleyerek öğrendiğim efeler arasında Atçalı Kel Mehmet, Çakırcalı Mehmet Efe, Kamalı Zeybek, Gökçen Efe, Yörük Ali Efe, Demircili Mehmet Efe, Çamlıcalı Efe, Saçlı Efe, Mestan Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe, Parmaksız Arap Efe, Yanık Süleyman Efe, Sökeli Yörük Osman Efe, Akhisarlı Bakırlı Efe, Kırkağaçlı Piç Osman Efe, Çakırcalı’nın baş kızanı Hacı’nın oğlu Yanık Halil İbrahim Efe ve Molla Ahmet Efe gibi isimleri sayabilirim.   Ege’de bazı efeler ağaların hizmetinde oldukları gibi; yukarıda adlarını saydığım efelerin çoğu ağa ve devlet zulmüne isyan edip dağa çıkmış, zenginlerden alıp halka dağıtmış, tek öküzü olan köylüye ikinci öküzü almış, evlenecek kızların çeyizini düzmüş, ağalara baskı yaparak onlarca köprü kurdurmuş, çeşmeler yaptırıp halkın sevgisini kazanmış yiğit adamlardı.   Öyle ki kış aylarının ilk 2-3 ayında halk, bazı efeleri zaptiye karakollarının yakınlarındaki evlerinde dahi saklar ve onları korurdu. Böyle dönemlerde rakip efe grupları veya çiftlik ağaları tarafından ihbar edilen efeler de olurdu. Ve efeler buna “kançıklandık” derlerdi.   Ağa zulmü nedeni ile Atçalı Kel Mehmet, II. Mahmut döneminde dağdadır. Büyük bir kızan ordusu oluşturur ve Aydın ilini işgal eder. Aydın sokaklarında zaptiyeler yerine zeybek ve kızanlar asayişi sağlamaya başlar. Şehri yönetenlerden başta valiyi, defterdar dâhil üst düzey yöneticileri zindana atar. Aylardır maaşları ödenmeyen memurların maaşlarını dağıtır.   1829 yılında Atçalı Kel Mehmet Aydın’da kendisini her ne kadar padişaha bağlı olduğunu söylese de, “Valiyi vilayet, hadem-i devlet, Atçalı Kel Mehmet” diye tanımlayan bir mühür bastırmıştır.   Bu ifade: “Vilayetin valisi, devletin hizmetlisi, Atçalı Kel Mehmet” anlamına gelir ve onun halk tarafından kabul edilen bir yönetici olarak görüldüğünün kanıtıdır. Tabii ki bu durumu İstanbul’da Saray ve II. Mahmut kabullenemez. Çünkü bu, “şuyuu vukuundan beter”, yani “duyulması dahi olmasından beter” bir olaydır. Bu yüzden 1830 yılında Atçalı Efe’nin üzerine bir askerî kuvvet gönderilir. Bu konuda değişik rivayetler vardır.   Bir rivayete göre Atçalı Kel Mehmet, zeybek ve kızanlarından oluşan ordusunu dağıtır, sevdiği karısı Emir Kızı’nı yanına alır, II. Mahmut’un ordusunun yoluna çıkar ve vücudundan yüzlerce kurşun çıkarıldığı söylenir.   Diğer bir rivayete göre gelen ordu ile çarpışır ve vuruşmada öldürülür. Bir başka rivayete göre ise vuruşmada teslim alınır ve idam edilir. Bugün, o zamanlar küçük bir köy olan Aydın’ın Atça ilçesinde Atçalı Kel Mehmet Efe’nin büyük bir heykeli vardır.   Kurtuluş Savaşı yıllarında efelerin çoğu, başta Yörük Ali Efe olmak üzere Yunan işgaline karşı direnirler ve düzenli orduya katıldıkları gibi bu çeteler savaş boyunca teğmen veya yüzbaşı rütbesinde bir Türk subayı ile efeler tarafından yönetilirler.   Gökçen Efe, Sultan Vahdettin’in “Yunanlılar bizim dostumuzdur” çağrısına kanar ve en yakın Yunan müfrezesine gidip silahlarını teslim eder. Ama gel gör ki, Yunanlıların yöre halkına hiç de dostça davranmadıklarını gören Gökçen Efe, kızanlarını toplar, Yunan karargâhını basar, silahlanıp tekrar dağa çıkar.   Demircili Mehmet Efe ise düzenli ordu dönemine kadar efsanevi bir direniş gösterir Yunanlılara karşı. Ama düzenli orduya katılmayı reddettiğinden, Atatürk tarafından ağır cezalandırılmak istenir. Daha önce gösterdiği yararlıkları göz önüne alınır ve “yaşamı boyunca köyünden dışarı çıkmama” cezası ile cezalandırılır.   Ege’de efsanelere konu olmuş, adına şarkılar bestelenmiş, değişik yazarların roman ve denemelerinden okuduğum Çakırcalı Mehmet Efe’yi (1868-1911) farklı anlatan Yaşar Kemal oldu. Sabahattin Ali ise yazdığı denemesinde Çakırcalı Mehmet Efe’yi “Abdülhamit zorbalığına karşı ilk kurşun” olarak değerlendirir.   Çakırcalı, halk tarafından alabildiğine sevilen, çiftlik ağalarının ve yöredeki zorbaların korkulu rüyası bir efsane olur.   2018 yılı idi. Ödemiş’te manevi ağabeyim, eski diplomat Ülkü Başsoy’un öncülüğünde “Yıldız Kent Müzesi” bahçesinde Ödemiş Ortaöğrenim Öğrencileri arasında düzenlenen “Türkçe’ye Özen Dil Yarışması”nın ödül töreninde ben de hazır bulunmuş, babam Köyler Kâtibi İsmail Uysal adına üç öğrenciye ödül vermiştim.   Tören bitiminden sonra müzeyi gezmeye çıktık. Salonlardan birinde Çakırcalı Mehmet Efe’nin büyükçe bir fotoğrafı cam fanus içinde karşıma çıkınca, o an yaşadığım şaşkınlığı tarif etmem zor. Çünkü yıllarca Murat Sertoğlu’nun, Sabahattin Burhan’ın ve Yaşar Kemal’in eserlerinden tanıdığım Çakırcalı bambaşka biriydi: Dev gibi bir adam, heybetli bir efe… Oysa fotoğrafta gördüğüm kişi boyca kısa, yaklaşık 165 cm, üst dudağında küçük bir parmak genişliğinde düz bıyıklı, oldukça sade biriydi.   Şaşkınlıkla doğma büyüme Ödemişli ve Çakırcalı Efe ile ilgili canlı tanıklardan da hikâyesini dinlemiş olan ağabeyim Ülkü Başsoy’a dönüp: “Bu küçük adam mı Çakırcalı Efe?” diye sordum. Gülümsedi ve şu cevabı verdi: “Boyu kısa idi ama onda mangal gibi yürek vardı.” O an çok şey anladım. Romanlarda, filmlerde gördüğümüz kahramanlar bazen olduğundan daha büyük, daha heybetli tasvir edilir.   Örneğin Çakırcalı’yı “Dokuz Dağın Efesi” filminde canlandıran Fikret Hakan, kocaman koç bıyıklarıyla bambaşka bir imaj çizmişti.   Yaşar Kemal ise eserinde Çakırcalı’yı “soylu eşkıya” tipolojisine göre yorumlar ve çok yönlülüğünü, Efe’nin dağlarda dolaştığı 12 yıl içinde binin üzerinde can almış ve efsaneye dönüşmüş olarak anlatır.   Müzede gördüğüm fotoğraf, belleğimdeki Çakırcalı’yla çelişse de aslında gerçeği gösterdi: Cesaret, boyda değil; insanda taşıdığı yürekte saklıydı.   Geçtiğimiz günlerde aynı fotoğrafı sosyal medyada yeniden gördüm ve kaydettim. Her baktığımda o günü, o anı ve ağabeyimin bana hatırlattığı gerçeği yeniden yaşıyorum.   Dağlarda dolaşırken bir gün Çakırcalı Mehmet Efe’ye kızanları yakaladıkları iki adamı getirirler. Kim olduklarını sorar Efe. Yabancı adamlar, gezici imam olduklarını ve Ramazan ayında köylere gidip vaaz verdiklerini söylerler.   Efe, kısa bir söyleşiden sonra bu adamlarda pek hoca kültürü olmadığına inanır. İçlerinden kurnaz olan Efe’ye: “İstersen bir muska yazayım. Sana kurşun geçmez” deyince, Efe: “Yaz bakalım” der. Adam yazdığı kâğıdı Efe’ye uzatır. Efe adama: “Al bakalım şu muskayı ve şu ağacın altına dur” der.   İmam olduğunu söyleyen adam ağlamaya ve yalvarmaya başlar. Efe kararlıdır. Ve adam ağacın altına geçer. Armutun sapını vuran Efe: “Bak, yazdığı muska imamı korumadı” der ve titremekten ayakta zor duran diğerine döner: “Şimdi var git ve imamlara söyle. Kimseye muska yazmasınlar, büyü yapmasınlar. Yoksa işte böyle yapar, muska yazanları, büyü yapanları bulur, onları da ağaç altında böyle denerim” der.   Efe muskaları sevmez. Anası yazdırdığı bir muskayı oğul Efe’ye: “Al, bunu boynuna tak. Sana kurşun geçmez” der. Efe muskayı alır ve bir horozun boynuna takar. Horoz paramparça olur. Anasına döner: “Bak ana. Senin muskan horozu korumadı” der.   Bize efeler tarihinde Atçalı Kel Mehmet Efe’ye kadarını yazıp öğretmiş olsalar da, bu topraklarda efe ve zeybek kültürü bin yıl gerilere, Selçuklular dönemine kadar gider. Bunu Ruhi Su söyler. 500 yıl önce yaşamış Ege efeleri günümüzde karşımıza çıkabilmektedir. 1624 yılında Aydın’da doğmuş olup IV. Murat döneminde yaşamış Cennet Karıoğlu Efe, Ege dağlarında dolaştığı gibi; 1632 yılında Kınalıoğlu Efe de Ege’de adını duyurmuş efelerdendir. Ege’nin toprakları pek çok yiğit insan yetiştirmiştir. Biz sadece Türk kökenli efeleri bilir ve konuşuruz.   Oysa bu topraklarda Yunan, Ermeni ve Yahudi kökenli efeler de yaşamış ve izler bırakmıştır. Bunlardan öğrenebildiğimiz; Yunan kökenli Andon Bande ve Civinis Gang Efeler dışında, Ermeni asıllı bir Mıgırdıç Efe de Ege dağlarında dolaşmış, yaşamış ve izler bırakmıştır.   Yüzyılımızın ilk çeyreğinde; Aydın’da Atatürk’ün kurduğu ve Cumhuriyet’imizi kuran CHP’de, efe ruhunu ve genlerini taşıyan Aydın halkının oylarını alıp önce Gazi Meclisimize, sonra da efeler diyarı Aydın’a Belediye Başkanı seçilen ve Aydın halkının kendisine “Topuklu Efe” rozeti taktığı kişi, efelik raconuna hiç sığmayan şekilde hem partisine hem de Aydınlı seçmenlerine topuklu bir çalım atıp, siyasi yaşamında hep rakibi olduğunu söylediği bir partiye geçivermiştir.   Ege’nin o yiğit efeleri, bu topuklu çalıma, haksızlık ve zulümlere isyan edip çıktıkları dağlarda yaşasalar idi, nasıl değerlendirirlerdi? Neler derlerdi?   Ülkemiz Türkiye’mizde siyasette de ahlakın geçerli olacağı, siyasetçilerimizin de seçmenlerine karşı sorumluluk ve vefa duyguları taşıyacağı günlerin özlemi ile herkese bol sağlıklar diler, içten sevgi ve selamlarımı iletirim.   Remzi UYSAL Lübeck, 18 Ağustos 2025
Ekleme Tarihi: 18 Ağustos 2025 -Pazartesi

EGE’DE EFELİK VE EFE KÜLTÜRÜ…!

EGE’DE EFELİK VE EFE KÜLTÜRÜ…!

 

Ege’de efe ve zeybek kültürü olarak yerleşmiş ve efelere özgü raconları da vardı.

 

“Teşbihte kusur olmaz” denir ya; efe ve zeybek kültürüne göre “kalleşliğe, ihanete uğramak, sırtından vurulmak” deyimleri, bu topraklarda hâlen “kancıklanmak” olarak kullanılır.

 

Bu tabir, hainlik etmek, arkadan vurmak, sözünden dönmek anlamına da gelir.

Bir efe ya da zeybek; yiğitliği, mertliği ve sözünde durmasıyla tanınır.

Efe ve zeybekler için namus, söz, vefa en yüce değerlerdendi.

 

Kancıklık, yani ihanete bulaşmak, bu kültürde en ağır aşağılanmalardan biridir.

Hatta bir efe için ölümden bile beter sayılırdı; çünkü “kancıklanmak”, yiğidin yiğitliğine gölge düşürmek demektir.

 

Beş yaşıma girmemiş ve atın üzerinde yalnız durmaya başlamadığım günlerdi.

 

Babamın atının terkisinde köy düğünlerine ve kurak geçen yaz aylarında komşu köylere yağmur dualarına giderdik.

Bazı çarşamba günleri üç saat süren Susurluk yolculuğu, at terkisinde süren yolculukların en uzunu olurdu.

 

Beş yaşımda iken, Susurluk’a vardığımızda çok munis olan kısrağı yumuşak toprakta çişini yapıncaya dek gezdirir, sonra yakında bir çeşmede sular, daha sonra hanın ahırına bağlar, kafasına içi arpa ve nemlendirilmiş buğday kepeğiyle dolu torbasını başına takardım.

 

Sonra da köyler kâtibi olan babamı bulacağımı bildiğim hükümet konağına gider, bütün dairaleri sırası ile dolaşır, ortalığı kurcalardım.

 

Babam oralarda “Kanun İsmail” lakabı ile de tanınırdı.

Babam, ileri yıllarda Susurluk’ta devlete karşı orman davası kazanmış tek kişi idi.

Öyle ki; babam bu orman davasını “devletle dövüşülmez” deyip vekil olacak avukat bulamadığı gibi, bir avukat babama: “Sen bu davayı kazan, sana cübbemi vereceğim” dahi demişti.

 

At sırtında süren yolculuklarda “İzmir’in Kavakları” şarkısını babamdan sıkça dinlediğim olmuştu.

 

İlk heyecanı babamdan mı almış oldum bilemem; zamanla Ege ve Efe kültürüne büyük ilgi duydum.

Daha ortaokul yıllarında, gerek Balıkesir kent kütüphanesinden, gerekse ödünç aldığım veya satın alabildiğim kitaplar arasında efe romanları da vardı.

 

Bu nedenle, ilerleyen yaşlarda Ege ve Akdeniz’in sıcak kanlı, hırçın, isyankâr ruhlu adamlarının hayat hikâyeleri beni ilgilendiriyordu.

 

Okuduğum efe romanlarından ve hayat hikâyelerini dinleyerek öğrendiğim efeler arasında Atçalı Kel Mehmet, Çakırcalı Mehmet Efe, Kamalı Zeybek, Gökçen Efe, Yörük Ali Efe, Demircili Mehmet Efe, Çamlıcalı Efe, Saçlı Efe, Mestan Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe, Parmaksız Arap Efe, Yanık Süleyman Efe, Sökeli Yörük Osman Efe, Akhisarlı Bakırlı Efe, Kırkağaçlı Piç Osman Efe, Çakırcalı’nın baş kızanı Hacı’nın oğlu Yanık Halil İbrahim Efe ve Molla Ahmet Efe gibi isimleri sayabilirim.

 

Ege’de bazı efeler ağaların hizmetinde oldukları gibi; yukarıda adlarını saydığım efelerin çoğu ağa ve devlet zulmüne isyan edip dağa çıkmış, zenginlerden alıp halka dağıtmış, tek öküzü olan köylüye ikinci öküzü almış, evlenecek kızların çeyizini düzmüş, ağalara baskı yaparak onlarca köprü kurdurmuş, çeşmeler yaptırıp halkın sevgisini kazanmış yiğit adamlardı.

 

Öyle ki kış aylarının ilk 2-3 ayında halk, bazı efeleri zaptiye karakollarının yakınlarındaki evlerinde dahi saklar ve onları korurdu.

Böyle dönemlerde rakip efe grupları veya çiftlik ağaları tarafından ihbar edilen efeler de olurdu. Ve efeler buna “kançıklandık” derlerdi.

 

Ağa zulmü nedeni ile Atçalı Kel Mehmet, II. Mahmut döneminde dağdadır.

Büyük bir kızan ordusu oluşturur ve Aydın ilini işgal eder.

Aydın sokaklarında zaptiyeler yerine zeybek ve kızanlar asayişi sağlamaya başlar.

Şehri yönetenlerden başta valiyi, defterdar dâhil üst düzey yöneticileri zindana atar.

Aylardır maaşları ödenmeyen memurların maaşlarını dağıtır.

 

1829 yılında Atçalı Kel Mehmet Aydın’da kendisini her ne kadar padişaha bağlı olduğunu söylese de, “Valiyi vilayet, hadem-i devlet, Atçalı Kel Mehmet” diye tanımlayan bir mühür bastırmıştır.

 

Bu ifade: “Vilayetin valisi, devletin hizmetlisi, Atçalı Kel Mehmet” anlamına gelir ve onun halk tarafından kabul edilen bir yönetici olarak görüldüğünün kanıtıdır.

Tabii ki bu durumu İstanbul’da Saray ve II. Mahmut kabullenemez.

Çünkü bu, “şuyuu vukuundan beter”, yani “duyulması dahi olmasından beter” bir olaydır.

Bu yüzden 1830 yılında Atçalı Efe’nin üzerine bir askerî kuvvet gönderilir.

Bu konuda değişik rivayetler vardır.

 

Bir rivayete göre Atçalı Kel Mehmet, zeybek ve kızanlarından oluşan ordusunu dağıtır, sevdiği karısı Emir Kızı’nı yanına alır, II. Mahmut’un ordusunun yoluna çıkar ve vücudundan yüzlerce kurşun çıkarıldığı söylenir.

 

Diğer bir rivayete göre gelen ordu ile çarpışır ve vuruşmada öldürülür.

Bir başka rivayete göre ise vuruşmada teslim alınır ve idam edilir.

Bugün, o zamanlar küçük bir köy olan Aydın’ın Atça ilçesinde Atçalı Kel Mehmet Efe’nin büyük bir heykeli vardır.

 

Kurtuluş Savaşı yıllarında efelerin çoğu, başta Yörük Ali Efe olmak üzere Yunan işgaline karşı direnirler ve düzenli orduya katıldıkları gibi bu çeteler savaş boyunca teğmen veya yüzbaşı rütbesinde bir Türk subayı ile efeler tarafından yönetilirler.

 

Gökçen Efe, Sultan Vahdettin’in “Yunanlılar bizim dostumuzdur” çağrısına kanar ve en yakın Yunan müfrezesine gidip silahlarını teslim eder.

Ama gel gör ki, Yunanlıların yöre halkına hiç de dostça davranmadıklarını gören Gökçen Efe, kızanlarını toplar, Yunan karargâhını basar, silahlanıp tekrar dağa çıkar.

 

Demircili Mehmet Efe ise düzenli ordu dönemine kadar efsanevi bir direniş gösterir Yunanlılara karşı.

Ama düzenli orduya katılmayı reddettiğinden, Atatürk tarafından ağır cezalandırılmak istenir.

Daha önce gösterdiği yararlıkları göz önüne alınır ve “yaşamı boyunca köyünden dışarı çıkmama” cezası ile cezalandırılır.

 

Ege’de efsanelere konu olmuş, adına şarkılar bestelenmiş, değişik yazarların roman ve denemelerinden okuduğum Çakırcalı Mehmet Efe’yi (1868-1911) farklı anlatan Yaşar Kemal oldu.

Sabahattin Ali ise yazdığı denemesinde Çakırcalı Mehmet Efe’yi “Abdülhamit zorbalığına karşı ilk kurşun” olarak değerlendirir.

 

Çakırcalı, halk tarafından alabildiğine sevilen, çiftlik ağalarının ve yöredeki zorbaların korkulu rüyası bir efsane olur.

 

2018 yılı idi. Ödemiş’te manevi ağabeyim, eski diplomat Ülkü Başsoy’un öncülüğünde “Yıldız Kent Müzesi” bahçesinde Ödemiş Ortaöğrenim Öğrencileri arasında düzenlenen “Türkçe’ye Özen Dil Yarışması”nın ödül töreninde ben de hazır bulunmuş, babam Köyler Kâtibi İsmail Uysal adına üç öğrenciye ödül vermiştim.

 

Tören bitiminden sonra müzeyi gezmeye çıktık.

Salonlardan birinde Çakırcalı Mehmet Efe’nin büyükçe bir fotoğrafı cam fanus içinde karşıma çıkınca, o an yaşadığım şaşkınlığı tarif etmem zor.

Çünkü yıllarca Murat Sertoğlu’nun, Sabahattin Burhan’ın ve Yaşar Kemal’in eserlerinden tanıdığım Çakırcalı bambaşka biriydi: Dev gibi bir adam, heybetli bir efe…

Oysa fotoğrafta gördüğüm kişi boyca kısa, yaklaşık 165 cm, üst dudağında küçük bir parmak genişliğinde düz bıyıklı, oldukça sade biriydi.

 

Şaşkınlıkla doğma büyüme Ödemişli ve Çakırcalı Efe ile ilgili canlı tanıklardan da hikâyesini dinlemiş olan ağabeyim Ülkü Başsoy’a dönüp:

“Bu küçük adam mı Çakırcalı Efe?” diye sordum.

Gülümsedi ve şu cevabı verdi:

“Boyu kısa idi ama onda mangal gibi yürek vardı.”

O an çok şey anladım. Romanlarda, filmlerde gördüğümüz kahramanlar bazen olduğundan daha büyük, daha heybetli tasvir edilir.

 

Örneğin Çakırcalı’yı “Dokuz Dağın Efesi” filminde canlandıran Fikret Hakan, kocaman koç bıyıklarıyla bambaşka bir imaj çizmişti.

 

Yaşar Kemal ise eserinde Çakırcalı’yı “soylu eşkıya” tipolojisine göre yorumlar ve çok yönlülüğünü, Efe’nin dağlarda dolaştığı 12 yıl içinde binin üzerinde can almış ve efsaneye dönüşmüş olarak anlatır.

 

Müzede gördüğüm fotoğraf, belleğimdeki Çakırcalı’yla çelişse de aslında gerçeği gösterdi: Cesaret, boyda değil; insanda taşıdığı yürekte saklıydı.

 

Geçtiğimiz günlerde aynı fotoğrafı sosyal medyada yeniden gördüm ve kaydettim.

Her baktığımda o günü, o anı ve ağabeyimin bana hatırlattığı gerçeği yeniden yaşıyorum.

 

Dağlarda dolaşırken bir gün Çakırcalı Mehmet Efe’ye kızanları yakaladıkları iki adamı getirirler.

Kim olduklarını sorar Efe. Yabancı adamlar, gezici imam olduklarını ve Ramazan ayında köylere gidip vaaz verdiklerini söylerler.

 

Efe, kısa bir söyleşiden sonra bu adamlarda pek hoca kültürü olmadığına inanır.

İçlerinden kurnaz olan Efe’ye:

“İstersen bir muska yazayım. Sana kurşun geçmez” deyince, Efe: “Yaz bakalım” der.

Adam yazdığı kâğıdı Efe’ye uzatır. Efe adama:

“Al bakalım şu muskayı ve şu ağacın altına dur” der.

 

İmam olduğunu söyleyen adam ağlamaya ve yalvarmaya başlar.

Efe kararlıdır. Ve adam ağacın altına geçer.

Armutun sapını vuran Efe:

“Bak, yazdığı muska imamı korumadı” der ve titremekten ayakta zor duran diğerine döner:

“Şimdi var git ve imamlara söyle.

Kimseye muska yazmasınlar, büyü yapmasınlar.

Yoksa işte böyle yapar, muska yazanları, büyü yapanları bulur, onları da ağaç altında böyle denerim” der.

 

Efe muskaları sevmez. Anası yazdırdığı bir muskayı oğul Efe’ye:

“Al, bunu boynuna tak. Sana kurşun geçmez” der.

Efe muskayı alır ve bir horozun boynuna takar.

Horoz paramparça olur. Anasına döner:

“Bak ana. Senin muskan horozu korumadı” der.

 

Bize efeler tarihinde Atçalı Kel Mehmet Efe’ye kadarını yazıp öğretmiş olsalar da, bu topraklarda efe ve zeybek kültürü bin yıl gerilere, Selçuklular dönemine kadar gider.

Bunu Ruhi Su söyler.

500 yıl önce yaşamış Ege efeleri günümüzde karşımıza çıkabilmektedir.

1624 yılında Aydın’da doğmuş olup IV. Murat döneminde yaşamış Cennet Karıoğlu Efe, Ege dağlarında dolaştığı gibi; 1632 yılında Kınalıoğlu Efe de Ege’de adını duyurmuş efelerdendir.

Ege’nin toprakları pek çok yiğit insan yetiştirmiştir.

Biz sadece Türk kökenli efeleri bilir ve konuşuruz.

 

Oysa bu topraklarda Yunan, Ermeni ve Yahudi kökenli efeler de yaşamış ve izler bırakmıştır.

Bunlardan öğrenebildiğimiz; Yunan kökenli Andon Bande ve Civinis Gang Efeler dışında, Ermeni asıllı bir Mıgırdıç Efe de Ege dağlarında dolaşmış, yaşamış ve izler bırakmıştır.

 

Yüzyılımızın ilk çeyreğinde; Aydın’da Atatürk’ün kurduğu ve Cumhuriyet’imizi kuran CHP’de, efe ruhunu ve genlerini taşıyan Aydın halkının oylarını alıp önce Gazi Meclisimize, sonra da efeler diyarı Aydın’a Belediye Başkanı seçilen ve Aydın halkının kendisine “Topuklu Efe” rozeti taktığı kişi, efelik raconuna hiç sığmayan şekilde hem partisine hem de Aydınlı seçmenlerine topuklu bir çalım atıp, siyasi yaşamında hep rakibi olduğunu söylediği bir partiye geçivermiştir.

 

Ege’nin o yiğit efeleri, bu topuklu çalıma, haksızlık ve zulümlere isyan edip çıktıkları dağlarda yaşasalar idi, nasıl değerlendirirlerdi?

Neler derlerdi?

 

Ülkemiz Türkiye’mizde siyasette de ahlakın geçerli olacağı, siyasetçilerimizin de seçmenlerine karşı sorumluluk ve vefa duyguları taşıyacağı günlerin özlemi ile herkese bol sağlıklar diler, içten sevgi ve selamlarımı iletirim.

 

Remzi UYSAL

Lübeck, 18 Ağustos 2025

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kalpgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.