
Sinema bazen karanlıkla yüzleşmenin değil, içimizdeki gölgeyi bulduğumuz bir araçtır. 2024’ün iki dikkat çeken filmi, A Different Man(dram/gerilim) ile Nosferatu(fantastik/korku), bu gölgeyi bambaşka biçimlerde sorguluyor. Biri modern insanın iç deformasyonunu masaya yatırıyor, diğeri klasik vampir mitinin gölgesinde dolaşıyor. Her ikisi de teknik olarak güçlü ama benim için biri çok daha “taze”, diğeri ise bir ölçüde “tekrar” hissi yarattı.
A Different Man, IMDb’de, şu sıralar 6,9 puan civarında. Film, yüzündeki deformasyon nedeniyle oyunculuk kariyeri sekteye uğramış Edward’ın (Sebastian Stan) deneysel bir ameliyatla başka bir yüz kazanması üzerinden ilerliyor. Ameliyatla “güzellik” ya da “normalleşme” vaat edilirken, bunun hiç de sorunsuz bir geçiş olmadığını açık biçimde hissettiriyor. Bu yönüyle film bana, toplumun “güzellik” takıntısını değil, insanın kendi benliğini yeniden tanıma çabasını sorgulatan bir deneyim sundu.
Sebastian Stan’in performansı son derece etkileyici. Karakterin yüzü değiştikçe duygularındaki dalgalanmayı ince bir çizgide taşıyor. Film biçim olarak zaman zaman belirsizleşiyor, ton geçişleriyle seyirciyi rahatsız ediyor. Ben bunu kusur olarak değil, bilinçli bir tercih olarak gördüm. Çünkü film benden konfor alanımı terk etmemi istedi. Bu rahatsızlık hali, hikâyenin merkezinde duran “yeni bir ben mi oldum yoksa eskiyi mi bıraktım?” sorusunu daha da derinleştiriyor. A Different Man benim için teknik mükemmeliyetle değil, duygusal çarpıcılığıyla öne çıktı.
Nosferatu ise IMDb’de şu sıralar 7,3/10 olarak gözüküyor. Robert Eggers’ın klasik vampir hikâyesine getirdiği görkemli bir yeniden anlatım. 19. yüzyılın gotik atmosferi, taş sokakları, dev gölgeleriyle büyüleyici bir sinematografi sunuyor. Bill Skarsgård’ın Count Orlok yorumu güçlü; fiziksel olarak tehditkâr, aynı zamanda trajik bir karakter çiziyor. Nicholas Hoult’un Thomas Hutter performansı dengeli, Lily-Rose Depp ise kırılgan ama direnen bir varlık gibi. Filmin estetik tarafı muazzam; ışık, gölge, set tasarımı, kostüm, hepsi birer tablo gibi.
Yine de Nosferatu benim için sürprizini erkenden yitirdi. Hikâyeyi önceden biliyor olmak, o büyülü atmosferin içinde beni mesafeli tuttu. İlk üç dakikası, sessizliği, görsel yoğunluğuyla çarpıcıydı; fakat ilerleyen sahnelerde “bu hikâyeyi zaten biliyorum” duygusu ağır bastı. Teknik olarak kusursuz olsa da zihnimde aynı yankıyı yaratmadı.


